we know each other

335 44 29
                                    

24 saat şu pozisyon finalde ne yapacağımı düşünüyorum :

Bir de Why Won't You Love Me okur musunuz evlatlık gibi kaldı ağlayacağım sıohsaoıhfs Yorumlarınızı bekliyorum!

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bir de Why Won't You Love Me okur musunuz evlatlık gibi kaldı ağlayacağım sıohsaoıhfs Yorumlarınızı bekliyorum!

İyi okumalar!

*

"Duke!" Diye bağıran sesi duyduğumda bize doğru koşan köpeği ve arkasından yetişmeye çalışan Calum'ı görmemle şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Evren bizi bir araya getirmekte kararlıydı anlaşılan. Duke'un son hız bize yaklaşması Venus'ü korkutur sanıyordum ancak oturduğu yerden kalkıp tiz bir havlamayla onu karşılamak için bekledi. Kıkırdayarak kitabımı kapattım ve onların buluşmasını izledim.

Duke ile Venus oradan oraya birlikte koşuşturmaya başladıklarında Calum anca yetişmiş, ellerini dizine yaslayarak soluklanmaya başlamıştı.

"Bunun için çok yaşlıyım." Dedi kendini çimlere bırakıp uzanırken. Bu sırada Duke ile Venus üstünden atladığında irkilmişti ve gülüşüm ağzımdan kaçmıştı. Bana dönüp güldüğümü görünce o da gülümsedi.

"Bir köpeğin olduğunu bilmiyordum."

"Çünkü yalnızca bir kere doğru düzgün sohbet ettik?" dediğimde kırdığı potu fark etmiş olacak ki kalakaldı.

"Şey, haklısın, o an bahsetmedin işte-"

"Calum, ikimiz de birbirimizin kim olduğunun farkındayız." Diye daha fazla kıvranmasını istemediğimden sözünü kestim. Venus ile Duke aniden durup ciddiyeti sezer gibi bizi izlemeye başlamıştı. Bir süre sessiz kaldıktan sonra yerinde doğrulup oturur pozisyon alarak anlamamış gibi yapmayı tercih etti.

"Kimiz ki biz?" Masum sorusuna güldüm.

"C ve O." Gözlerini kaçırdığında hafifçe gülümsedim. Sonuçta mektuplarda birbirimize iç dünyamızı açmıştık. Şu an ona baktığımda tüm benliğini görüyor olduğumun farkındaydı.

"Nasıl anladın ya?" diye sorduğunda neredeyse kahkaha atacaktım.

"Sahnede Ophelia'yı söyledin!" Oldukça bariz bir şeymiş gibi vurgulama yaptığımda o da güldü. "Ayrıca bana onun senin hesabında olan fotoğrafını attın." Venus ile çimlere masumca kıvranmış Duke'u işaret ettim.

"Stalklayacağını düşünmemiştim." diye ukala bir gülümsemeyle konuştuğunda yakalandığım için utanacağımı düşünmüş olmalıydı ama pek de utangaç biri sayılmazdım. Bu yüzden yalnızca omuz silkerek "Emin olmam gerekiyordu." dedim.

Bir süre yüzündeki tebessümle beni inceledi, ben de hiç çekinmeden gözlerimi onunkilere diktim. Bu tuhaftı. Bir aydan uzun bir süredir mektuplaşıyorduk ve birbirimize en yakın arkadaşlarımızın bilmediği şeyleri anlatmıştık. Şimdiyse resmen tanışmıştık ve bu muhtemelen büyüyü bozacaktı.

Onunla tanıştığımdan beri hayatım tuhaf yönlere kayıyordu. Mesela, onun yüzünden sosyal medya hesaplarım dolup taşmıştı. Herkes o stüdyonun önündeki videomuzdan sonra kafede oturunca Calum bir hayranla çıkıyor diye delirmişti ve mucizevi bir şekilde hesaplarımı bulmuşlardı. Aslında bilmedikleri o kadar çok şey vardı ki... Ne ben onun hayranıydım, ne de insanların -bunlara June da dahil- düşündüğü gibi konuşma sebebimiz bana baktığı an aşık olmasıydı. Birbirimizi bir mektuplaşma uygulamasından tanıdığımızı bilseler daha çok kafayı yerlerdi muhtemelen. Bu insanlar her şeyi aşka bağlamaya bayılıyordu.

"Farklı bir tarzın var." Birden böyle dediğinde şaşırmamıştım, hatta geç kaldığını düşünmüştüm. İnsanlar genellikle bunu söylerlerdi. Otantik, uzun elbiseler giyerdim. Bugünse çimlerde oturacağım için pembe bol bir tulum tercih etmiştim.

"Bu kötü bir şey mi?" Kötü dese de umrumda olmazdı aslında. Tarzımı seviyordum. Bol, bohem kıyafetler çok rahattı ve insanlar beğenmiyor diye kendimi değiştirecek değildim. Yine de bir tarafım kötü yorum yapmasını istemiyordu.

"Hayır hayır. Sadece... zıtlıklardan oluşuyorsun gibi. Bir tarafın etnik bir tarafın modern şeylerle dolu. Bu... güzel."

İltifatı üzerine gülümsediğimde o da gülümsedi. Güneş tam yüzüme vurduğundan gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım ve çillerimin güneşi selamlarcasına ortaya çıktığını hissedebiliyordum. Bu yüzden başımı tekrar köpeklerimize çevirdim.

"Mektuplaşmaya devam edecek miyiz?" diye sordum az önce düşündüğüm tanışmamızla her şeyin bozulacağına dair olan düşüncemi hatırlayarak.

"İstersen ederiz. Benim için sorun olmaz. Instagram'a da geçebiliriz." Mektup yazmak zor bir şeydi aslında. Birbirimize üç dört günde cevap veriyorduk. Bu yüzden Instagram'a geçmek daha mantıklı gelmişti. Hem oradan konuşsak bile hala birbirimize mektup yazabilirdik.

"Beni takip ettiğin an hayranların delirecek."

Neyse ki hesabım gizliydi de şu son iki haftada kim olduğumu bulan hayranlardan çok etkilenmemiştim. Ama birdenbire sakin hayatımdan ve tanıdıklarımla baş başa kaldığım hesaplarımdan kopmak kulağa güzel gelmiyordu. Bir ünlüyle arkadaş olacaksam bunlara katlanmak zorundaydım muhtemelen.

"Bir şeyi yalnızca ilk üç gün abartırlar. Rahat ol." Bunu bu kadar alışmışça söylemesi tuhaf hissettirmişti. Hayatının dünyanın önünde olması, hareketlerine farklı anlamlar yüklenmesi, her anının çekilmesi... Bunlardan hoşlanmadığını biliyordum. Bunları onunla konuşabilirdim ama bildiğim bir şey vardı ki, ikimiz de konuşmaktan pek hoşlanmıyorduk. Zaten cümlelerini duraksayarak kurmasından belliydi, bugünkü kotası dolmuştu.

Bu yüzden anlaşmış gibi yan yana çimlere uzandık ve köpeklerimiz de bizim gibi mayışmışken sessizce gökyüzünü izledik.

More Than WordsWhere stories live. Discover now