Bölüm 77 KAVUŞMA

250 37 9
                                    

Gözlerimi açtım ama karşımda ki adamı göremedim. Evet, karşımda oturuyordu. Hissediyordum ama zihnimin algıları ötesini aşmıştı. Onun arkasını görüyordum. Birçok alem dizi dizi sıralanmışlardı önümde.

Milyonlarca kapı vardı şimdi karşımda. Biliyordum, bunlardan biri Gaji'ye, kraliyetime açılıyordu.

"Milyonlarca yol," dedim kendimi kaybederek. "Milyonlarca seçenek."

"Evet," dedi. "Ve sen biliyorsun nereye gideceğini, hangisinin doğru olduğunu. Bana yardım et Rose. Sana anahtarı verdim, alemlerin ötesini gören sensin."

Tuhaf varlıklar hissediyordum. Hatta onları görüyordum. Aslında onlar hep buradaydı sadece ben yeni fark etmiştim. Tek ruhani varlıkların, cinler ve ölü bedenin ruhları olduğunu düşünecek kadar saftım. Dahası vardı.

Ayağa kalktım. "Seni göremiyorum Hawghi."

"Sorun değil. Filler de karıncaları göremez zaten."

İşte bu başka bir alemde olduğumun en büyük kanıtıydı.

Elimi uzattım. "Ver elini."

"Ben elini tutamam ama seni görürüm. İlerle Rose, arkandayım. İlerle de bitireyim artık şu yılların hasretini."

Başımı çevirdim kapılara. Kapı dediysem, bu sadece benzetme. Gerçekten kapı yok tabii ki. Köprüye benzer boşluklar, içinden ışıklar sızan küçük odacıklar vardı.

Tuhaf varlıklar ben yürürken saygı duyarak kenara çekildiler. Yol açtılar bana. Lant'ın geçtiği yollarda yürüyordum şimdi. Ufuk çizgileri ayaklarımın altındaydı. Kulağıma fısıltılar geliyordu, hiçbiri benim bildiğim dillerden değildi ama anlamları beynimin duvarlarına çarpıyor ve tek tek damla damla anlamlar olarak çözülüyordu. Sanki ne dediklerini anlayacağımın farkındalarmış gibi fısıldaşıyorlardı.

"O Tanrıça'nın kızı değil mi? İşte o! Gerçekmiş." Ben de bilmiyordum, gerçekmişim meğer.

"Doğru yol hangisi Rose?"

"Bilmiyorum Hawghi. Çözümlemeye çalışıyorum."

"Acele etsen iyi olur. Buradan tedirgin olmaya başladım."

Ben ise nedense korkmuyordum. Belki de frekanslarım gerçekten ulaşılamayacak alıcılarla oynuyordu.

"Nasıl anlayacağım Hawghi hangisinin doğru olduğunu?"

"Sende o kudret var Rose." Bu söylenen hiç yardımcı olmuyordu bana. Etrafıma baktığımda tüm o tuhaf varlıklar benden kaçıyordu. Sanki benden korkuyorlardı. İster istemez bu, gururumu okşadı. Hoşuma gitti. Gücü artık hiç olmadığı kadar elime alıp bağrıma bastığımı fark ettim. O, artık benimleydi.

Bir an karşımda tanıdık bir yüz belirdi. Bunu hiç beklemiyordum işte. Olduğum yere hayretle çakıldım.

"Ne oldu?" diye soran Hawghi'yi işittim. Karşımda beyazlar içinde, müthiş bir yakışıklılıkta duran genç Lant vardı.

"Kardeşim," dedim kocaman bir gülümseme ve şaşkınlıkla.

"Nasıl yani? Lant mı burada?"

Hawghi'ye cevap vermedim. Bana gülümseyerek gelen Lant'a odaklandım. Tam karşımda durdu. Gülümsüyor ama konuşmuyordu.

Gözlerim doldu. "Sen gerçek misin?"

Hala gülümsüyordu. Bir anda elimi eline aldı ve dudaklarına götürdü. Öptü.

"Ne zaman katılacaksın aramıza?" diye sordu açıkça.

Başımı iki yana salladım. "Helmes'le torunlarımı severken, huzurlu bir gece, saçları beyazlaşmış bir yaşlıyken," dedim sakince. Böyle bir şey hayal ettiğimi ben bile bilmiyordum. Sanki alayla gülümsedi.

MAHKUMWhere stories live. Discover now