BÖLÜM 16- GİRDAP BAYRAMI

692 47 35
                                    


Zaman kavramını yitirmiştim adeta. Ne zamandır burada mahkumum bilmiyordum. Açıkçası öğrenme isteğinde de pek değildim. Hayatımdan çalınmış gün sayısını öğrendiğimde en iyi ihtimalle bayılacaktım.

Tek bildiğim şey, hayatımdan çalınanlardı. Mesela beş yaşındayken babamın benden koparılmasından sonra kendimi spora adamıştım ve buraya geldiğimden beri hayatıma bir daha spor girmemişti.

Bunun eksikliği gün geçtikçe yüreğime oturuyor ve bir süre sonra hayatımdan büyük bir kayıp vermişim gibi yüreğimin tam ortasına çörekleniyordu.

Almatch'le yaptığımız o konuşma ve Helmes'le tartışmamız üzerinden tamı tamına iki hafta geçmişti. O günden sonra Helmes'i bir daha görememiştim. Fiona, Helmes'i merak ettiğim için benim adıma Oero'nun ağzını aramıştı. Önemli bir işi halletmek için Dongestak'a yani cadıların ülkesi güney kutbuna gittiğini öğrenmiştim. Normalde iki kutup arasında geçişler yasaktı ama Helmes ve bu evde ki diğer insanların özel izni vardı. Ne de olsa hepsi 27.Helmes'in mülkiyetinde yaşıyorlardı ve onun soyundan geliyorlardı. Kral ve elçiler bile onlara karşı son derece saygılıydılar. Oero, Helmes'in başkasının yapması gereken bir iş için o kadar yol gitmesini saçma bulduğunu da söylemişti Fiona'ya ama Oero bilmese de Fiona ile her şeyin farkındaydık.

Bahçede karın hareketi için eğilip kalkarken bunları düşünüyordum. Diğerleri gibi çok kafa yormama gerek yoktu. Ben gerçeği biliyordum ve aklıma gelen bu gerçek yüzümü ekşitmeme neden oluyordu. Helmes benden kaçıyordu. Onu fena halde kızdırmıştım ama gururumdan da geri dönmeye niyetim yoktu.

Bir erkeğin bir kız için mesleğinden vazgeçmesi söz konusuydu. Almatch'in, Helmes'in, Zildana'nın tablosunu özenle sakladığını söylemesine gerek bile yoktu. Bir erkek, bir kadın için işinden vazgeçebiliyorsa bu her şeyi açıklardı zaten. Yirmi iki yıllık hayatım boyunca öğrendiğim bir şey varsa, o da yaralı bir erkekten kaçmak gerektiğiydi.

İlk aşklarını unutamayan erkekler ve yaralarını sarmak için hemşireliğe soyunan kadınlar. Ve ortaya sonu hüsranla biten bir aşk çıkıyordu. Uzun süreden beri spor yapmamaktan hantallaşan bedenimi Gaji gezegenin yumuşak çimlerine bıraktım. Sırtı üstü uzanırken bana yabancı olan gökyüzüne bakarken acı gerçeğin zehrini sindirmeye çalıştım. Tüm bunlar hiçbir şeyi değiştirmiyordu.

Ben hala kimseye duymadığım o aşkı Helmes'e karşı beslemeye devam ediyordum. Acıyla yutkundum. Onu bulmak için çok geç kalmıştım hemde çok. Muhtemelen ben daha doğmadan önce o ilk ve en büyük aşkıyla karşılaşmıştı bile. Hiddetle elimin altında ki çimleri sıktım. Bu resmen adaletsizlikti. Üstelik isyan edeceğim bir Tanrı'm da yoktu.

"Sonunda bundan korkuyordum işte."

Başımı sesin geldiği tarafa çevirdim. Carlox şeffaf kapının eşiğine dayanmış bana bakıyordu. Harika bir gülümsemesi ve müthiş bir yakışıklılığı vardı ve kahretsin ki bana Helmes'i hatırlatıyordu, sanki unutmuşum gibi.

"Uyandığından beri spor yapıyorsun ve bende senin bayılmadan korkuyordum," dedi yanıma gelip elini uzatırken. Ona bakarken yorgunca gülümsedim ve yardım elini kabul ederek ona tutunup yerden kalktım.

"Beni dikizlediğini bilmiyordum."

"Dikizlemek demeyelim de gözlerini alamamak, diyelim şuna," dedi yine o mükemmel gülümsemesiyle. Ona bakarken içim eziliyordu. Keşke kime aşık olacağımız bizim elimizde olsaydı.

"Sen çok iyisin Carlox."

"O da nereden çıktı?" diye sordu garip bir bakışla. Daha ben cevap veremeden konuştu. "Ama neyse sevindim yine de. Bu beni hain barmenlikten terfi ettiriyor sanırım."

MAHKUMOù les histoires vivent. Découvrez maintenant