Bölüm 60 MUCİZE

250 35 1
                                    

Kendimden nefret etmeme ramak kalmıştı.

Evin bahçesine çıkıp ağacı şişme balon gibi yumruklayarak idman yapmaya çalıştım.

Fiona tam olarak iki gündür kayıptı ve Oero da onu aramak için çıktığı için uzun süredir yoktu. Geri kalanlara gidip gücümü kaybettiğimi söyledim ama beni pek ciddiye almadılar. Sanki eskiden o bulutları yerlerinden oynatan kız ben değildim. Şimdi çığlıklarım bile yaprak kıpırdatmıyordu.

Silvayta benim hala bazı duygular tarafından tetiklenmem gerektiğini söylüyordu.

Fiona kayıptı ve belki de en korktuğum haldeydi şu anda. Daha ne kadar öfkelenmem lazımdı?

Silvayta'yı ciddiye almamaya karar verdim. O kadın aklını kaçırmış yaşlıdan başka bir şey değildi. Gözlerimi tekrardan ağacın gövdesine odakladım. Sonra bulutlara baktım kararlılıkla.

"Hisset," dedim bir umutla. "Yapabilirsin," dedim sanki kendimden çok bunu bulutlara anlatmaya çalışarak. Sonunda yenildim, yere çöktüm. Yalvardım. "Ne olur kıpırdasanız. Bulmamız gereken biri var. Ayrıca vaktim kalırsa gezegeni bir pislikten kurtarmayı planlıyorum."

Bulutlar resmen taş kesti. Umudum artık yavaş yavaş silikleşiyordu.

Fiona'nın kayboluşunun bir hafta olmasına yakın Almatch bana güzel bir haberle geldi. Oero'nın, Fiona'yı bulduğunu ve eskisinden de iyi olduğunu söylediğinde aklımı kaçıracaktım. Hemen yanına gitmek istedim ama Almatch dikkat çekmemek için gece yola çıkmamızı söyledi. Hala görevliler tarafından evimizin gözetlendiğini düşünüyordu. Bu şartlar altında bu demek oluyordu ki, Fiona bu eve artık adımını atamazdı. Onun için tehlikeden başka bir şey ifade etmezdi bu.

Gece serinliğiyle kapımızı çalınca yollara düştük.

Ben, Almatch ve Carlox.

Bir süre sonra tanıdık yolları görmeye başladığımda kalbim sıkıştı. Burası Helmes'le paylaştığımız o evdi. Anılar saklı kutuları içinden en can alıcı yerlerden fırladığında çekebileceğim hasretin son noktasında olduğumu o zaman anlamıştım. Bunun da sınırı vardı. Duyguların da ve ben o an, işte o an, nefesim kesilirken artık buna dayanamayacağımı anladım.

O yokken onun anıları bir anda karşıma dizilince afallıyordum işte elimde değil. Konu Helmes olunca hep bir yürek yarasıydı. Onu özlüyordum. Her halini. Bana bakan donuk gri gözlerini, "Rozzz," deyişini, gözlerinin ardına sakladığı gülüşleri, beni benden daha çok düşündüğü o tavırlar. Bazen farklı ırklardan geldiğimizi belli eden tavırları, o tok sesine bulaşmış bozuk İngilizcesi, iri ve soyulmuş kaba elleri, ilkel erkekliği, bazı zaman geri düşünceleri, bana öfkeli halleri ama tüm bunlardan da sıyrılıp beni en derinden etkileyen, yüreğimi kuvvetle sızlatan ise yanımdayken bile yanımda olmayışıydı. Tüm evrenin yükünü taşıdığını belli eden düşünceli ve sıkıntılı bakışları bir noktaya dikilirdi ya, işte ona en çok o zaman aşık olurdum. Çünkü korkardım. O anlar, benim onu en çok kaybetmekten korktuğumu anlardı. Çünkü uzaklaşır, yanımda silikleşirdi. Başka boyutları düşünürdü, kendi gizemine gömülürdü ve ben ona ulaşamazdım, düşüncelerinden kıskanırdım.

"Almatch?" dedim umutla yüzüne bakarak. Olabilir miydi?

Sadece sakin bir tavırla gülümsedi ve hayal gibi başını salladı.

Carlox da en az benim kadar şaşkındı. Sanırım o da yeni öğrenmişti.

Kendimi kaybedercesine güldüm ve eve giden yokuşu koştum. Helmes'in beni kucağında taşıdığı çimenleri ayağımın altında ezdim. Eğlenceli inatlaşmalarımız zihnimin içinden hızlıca akıp gitti.

MAHKUMOnde as histórias ganham vida. Descobre agora