“Ya, kusura bakma! Ağzımdan çıkıverdi işte!”

“Yıllardır, mahalle kabadayısı gibi küfreden kadın görmemiştim. İyi geldi.”

“Genelde ağzımdan çıkanı kontrol ederim ama…”

“Ben pek öyle duymadım. Öfkelendiğinde –ki az önce şahit olduk birlikte -  ne söylediğini pek bilmezmişsin.”

“Sen beni mi araştırdın?”

“İş gereği. Malum sızıntının kaynağını arıyordum.”

“Bu nereden senin işin oluyor ki?”

“Unuttun mu haberde benim adım da geçiyordu. İsmimin ekonomi sayfası haricinde geçmesinden pek hoşlanmam.”

“Yine de bu resmî bir durum ve karışmamalıydın.”

“İyi ki karışmışım!”

“O niye?”

“Karışmasam, sen ispiyoncuyu öğrenmek için evime yemeğe gelmeyi kabul etmeyecektin, adamın adını duyunca öfkeden delirip küfretmeyecektin ve ben sana gülüyorum diye bana da kızıp “siz” den “sen”e geçmeyecektin. Yeterince açık mı?”

Zeynep, gerçekten de öfkeden kontrolünü kaybedince Kerem’e farkında olmadan “Sen…” diye hitap ettiğini algıladı. “Eh, daha fazla rezil olamazdım zaten!” diye düşündü. Yapılacak bir şey yoktu, artık. 

Bu sırada yemek için masaya oturmuşlar ve Muhif servise başlamıştı. Zeynep, fırsattan istifade kendini sakinleştirmekteydi. Masaya konan bir tabak zeytinyağlı sarmayı görünce Zeynep, yutkundu. En son ne zaman doğru dürüst bir sarma yediğini hatırlamasa da dayanamadığı ender yiyeceklerden biriydi. Muhif, geldiği gibi tek kelime etmeden ve suratında tek kas oynamadan dışarı çıkmıştı. Kerem’in ona bir soru sorduğunu fark etti.

“Efendim?”

“Diyorum ki bu Zafer Çobanoğlu denen komiserin senle ne alıp veremediği var?”

“ Göğüslerimin olması ve etek giymem dışında mı?”

Kerem, kasten olması gerekenden daha uzun bir süre onu inceledikten sonra gülerek

“Etek giydiğine şahit olmadım ama haklısın göğüslerin fena hâlde var!”

Zeynep, yine yüzünün kızardığını hissetti.

“Emniyet’te hele de Cinayet Masası’nda kadınsan bir de komiser olmuşsan zaten uğraşılmaya davetiye çıkardın demektir ama Zafer, hakiki bir pisliktir. Bir iki işine taş koydum, bir iki kere çıkarına aykırı iş yaptım. E öyle olunca…”

“Bir de asıldığı hâlde yüz vermedin herhâlde!”

“Dedim ya, Emniyet’te kadınsan olur böyle şeyler…”

“Anladım. Kabul et ama sen de öfke oklarını üstüne çekmekte tam bir ustasın.”

“Sen benim… Sen bütün bunları nasıl biliyorsun?”

“Dedim ya, araştırmam gerekti.”

“Bu araştırmanın kaynağını öğrenebilir miyim?”

“Hayır!”

“Ne demek hayır? Bütün bunların doğru olduğunu nasıl bileceğim. Hem bu bilgileri edinirken suç işlemediğinden nasıl emin olacağım?”

“ Olamayacaksın! Benim kendi yöntemlerim var. Sana sonuç gerekiyordu, sonucu öğrendin. Gerisi seni ilgilendirmez.”

“Ne demek ilgilendirmez. Ya bunları yasadışı yollarla öğrendiysen hatta ne bileyim sen de karanlık sularda yüzüyorsan…”

“Kendi kurallarımı kendim koyarım ben. Hem iş hayatımda hem özelimde… Bunlar yasalara uyar ya da uymaz!”

“Ne demek bu ya? Yasalara uymadığında ne yapıyorsun? ‘Bu benim kuralım, ben yasadan üstünüm’ deyip geçiyor musun?”

“Şu kadarını söyleyeyim iş hayatımda adıma zarar verecek senin deyiminle ‘suç unsuru’ olacak bir şeye izin vermem ama gerekiyorsa kurallar esner. Sen niye kendini kuralların, kanunların arkasına gizliyorsun?”

“Öyle bir şey yapmıyorum. Ayrıca kanunlar ve kurallar gereklidir.”

“Hepsi çiğnenip geçilmek içindir.”

“Kanunun olmadığı yerde kaos olur. Masum insanların hakları gasp edilir.”

“Bırak bu resmî polis söylemlerini de itiraf et!”

“Neyi?

“Kaçıyorsun. Duygularından kaçtığın için de kendini sağlama almak adına kurallarla bağlıyorsun kendini!”

“Neden kaçacağım ki ben?”

“Hayattan, diğer insanlardan, onların sana yapacaklarından, acıdan…”

“Dünyanın en acı veren işini yapıyorum ben!”

“ O acıyı yüreğine sokmuyorsun ama. Oysa yaşamına ve duygularına dair bir saldırı olduğunda seni korusun diye rozetine ve polis kimliğine sığınıyorsun!”

“Çok saçma!”

“Doğru olduğunu biliyorsun Zeynep! Bak, benden kaçıyorsun mesela o yüzden de aramıza bir çizgi çekmek için ikide bir polis kimliğinin altını çiziyorsun!”

“Senden niye kaçayım ki?”

“Benden değil tam olarak ama yaşayacaklarımızdan ve bana karşı hissettiklerinden”

“Sen ne saçmalıyorsun ya?”

“Saçmalamıyorum. Beni bir nedenle etkilemeyi, ilgimi çekmeyi başardın. Ben merak ettiğimin üstüne giderim. Seni de merak ediyorum ve senden fena hâlde etkileniyorum. Bu da demektir ki biz bir şeyler yaşayacağız!”

“Sen deli misin? Bu nasıl bir megolamanlıktır ya? Sen etkilendin ve biz bir şeyler yaşayacağız öyle mi?”

“Öyle!”

“Bak, sana son kez söylüyorum! Bizim aramızda gencecik bir kızın cesedi duruyor. Sen cesedin diğer yanındasın, yani suçlu olabilirsin. Ben diğer yanındayım, yani suçluyu yakalayacak olan benim. Bizim seninle bundan başka yaşanacak bir şeyimiz yok!”

“Bak, yine aynı şeyi yaptın? Aramızda yine kuralları ve yasayı koyuyorsun. Sen de benim kadar biliyorsun oysa. Sadece kabullenmekten kaçıyorsun!”

“Senden korkmuyorum Kerem!”

“O zaman çizgiyi aşarsan neler olabileceğini de biliyorsun!

“Çizgiyi aşmaya niyetim yok! Seninle bir şeyler yaşamaya da… Seks öncelikler listemde değil hele şu anda ve seninle!”

“Niye?”

“Bu kadarı yeter! Ben gidiyorum!

Zeynep, hızla masadan kalktı ancak Kerem bu defa çok atik davranmıştı. Onunla birlikte masadan fırlamış ve Zeynep’i bileğinden sımsıkı yakalamıştı.

Şimdi ikisi de ayakta ve yüz yüzeydiler. Kerem, boğuk bir ses tonuyla

“Hayır, Zeynep! Bu defa gitmiyorsun!” dedi.

ARAFTA İKİ KİŞİWhere stories live. Discover now