2.0: Düşmüş Kelebek

Start from the beginning
                                    

"Sakın bir daha elimi tutmaya kalkma." dedim dişlerimin arasından. Adam elini geri çekti. Sabırlı olmak istiyormuş gibi havaya baktı önce. Tekrar bana döndüğünde taktik değiştirmişti.

"Beklediğim gibi biri değilsin. Kelebek'i daha farklı hayal etmiştim."

Sohbet başlatma çabasını karşılıksız bırakmalı mıydım? Düşününce şu ana kadar onu yeterince delirtmiştim. Bu yüzden iki dakika normal bir insan gibi konuşmaktan zarar gelmezdi.

"Farklıdan kastın ne demek?" diye sordum. Adam omuz silkti.

"Gördüğüm, daha doğrusu yayınlanan iki fotoğrafla da alakan yok. Bunun üst rütbelileri suikastten korumak için alınmış bir önlem olduğunu bilsem de o fotoğraftakinden çok daha genç görünüyorsun."

Omuz silktim. İki yayınlanan fotoğrafımı da biliyordum. Birinde kirden pasaktan yüzüm görünmüyordu. Savaş sonrasıydı. Ve iki bacağım da zedelendiğinden desteksiz yürüyemiyor haldeydim. Diğeri ise makyajlı ve normalden çok daha bakımlı olduğum, sürekli askerlerin dolaplarında yapıştırılı bir şekilde yakaladığım, tebrik için yapılan zirvede çekilen fotoğraftı. Tam bir 'pin-up girls' kıvamında cidden meşhur bir fotoğraftı. O gün amacım zaten yaşımdan büyük görünebilmekti. Göğüslerime yerleştirdiğimiz ek plastikler, giydiğim topuklular ve yüzüme çizilmiş kocaman kelebek sağ olsun tanınmaz hâldeydim. İkisinde de on yedi yaşlarındaydım. Diğer çekilen tüm fotoğraf ya da videolarda yüzümün çoğunu şapkam veya ceketimin yakası ile kapatmıştım. Kurallar bunu gerektiriyordu.

"Aslında o zamanlar on yedi yaşındaydım. Şu an 21 yaşındayım. Makyaj yaptığımda olduğumdan daha büyük görünüyorum." dedim yine dürüst olarak.

"21 mi?" diye sordu Adam kendine engel olamayarak. Ona masamdaki bilgilerden doğum tarihimi gösterdim. Gözleri tarihe kaydığında cevabına gülmeden edemedim.

"1 ocak yazdığı için sahte olduğunu düşünmüştüm." dediğinde onu doğruladım. 1 ocak doğum gününü hatırlamayan yetimler için seçilen toplu doğum günüydü.

"Ay ve gün yanlış ama yılı doğru. Sen kaç yaşındaydın?" diye sordum. Eh... Ucundan insan gibi tuttuğumuz tek muhabbeti bozmak istememiştim. Sesinin çok hoş bir bir tonu vardı, kendini dinletiyordu.

"26." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Ege'den bir yaş büyüksün." O da bunun üzerine dişlerini sıktı.

"Alakarga, değil mi?"

Adının geçmesi bile onu geriyordu ha? Bunu yakalamak ilginçti. İçimde arlanmayan bir kindar vardı. Ve Adam'dan sırf Ege gibi davranmaya çalıştığı için nefret ediyordu. Onu ne kadar bastırmaya çalışırsam çalışayım susturamamıştım. Tıpkı şu an olduğu gibi... Ellerimi masanın üstünde birleştirdim ve tekrar ona doğru eğildim.

"Ona benzetilmekten nefret ediyorsun, değil mi?"

Gözleri masanın üzerindeki dosya ismini buldu.

"Benzetilmek ile gurur duyabilirim. Başarısını inkâr etmiyorum. Ama kendi yaptıklarımın onun taklidi adını almasından hoşnut olduğumu pek söyleyemem." dediğinde ben de sinirimi dışarı yansıtmıştım biraz.

"Kendi yaptıklarım derken?" diye çıkıştım.

"Aldığım zaferlerde gölgesi dahi olmamasına rağmen sırf başarılıyım diye birinin çakması olmak zorunda mıyım?" diye aynı tonda karşılık verdi bana. Dudaklarımdan dökülen alaycı kıkırtıya engel olamadım. Aldığım zaferler demişti.

"O seninle çalışan insanların alt yapısını Ege hazırlamıştı. Hâlâ onun kurduğu ve yerleştirdiği düzenin kaymağını yiyorsun. Gelmiş bir de diyorsun ki onun gölgesi dahi bu işte yok?" Adam'ın boynundaki damarlar belirginleşmişti. Gözlerinin rengi kararmış asimetrik yüz hatları keskinleşmişti. Yarım ağız sırıttım.

KOZAWhere stories live. Discover now