Gözlerimi açtığımda garip, tuhaf bir pozisyonda duruyordum. Neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu, ne ara uyumuştum, ne ara buraya gelmiştim ve burası neresiydi bilmiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı; vücudumun hiçbir yerini oynatamıyordum ve bu his oldukça tanıdıktı.

"Sonunda." dedi bir ses, solumdan yükseliyordu. Kalbim acıyla doldu. Principe? O buradaysa..

"Öldüğünü düşünmeye başlamıştım." Utah benim aksime daha iyiydi, dudaklarının arasından kederli bir kahkaha düştü. "Gerçi, ölmek üzere olan birinin ölmek üzere olan diğer birine söylediği en kötü cümle bu olmalı." Geriden bir homurdanma yükseldi. "Kapa çeneni, gerizekalı." Principe Utah'ın gergin halini sinir bozukluğuyla karşılamıştı, bense içtenlikle kendime küfür edip duruyordum. Onlar buradaysa bebek de buradaydı, kızım da ölecekti. Bütün o cesaret kırıntıları boşunaydı, şimdi gerçekten, gerçekten altıma sıçıyordum.

"Hey.." Principe bağlı olan kolunu oynatmaya çalıştı, bir tek bana mı enjekte edilmişti şu lanet ilaç? "Korkma, güvendeler." Bu elbette içimi rahatlatmadı. Don'un söylediği doğruysa eğer Zayn birazdan hepimizi kasap gibi doğrayacaktı. Bir şeyler söylemek istedim. Bir şeyler söylemeye çalıştım. "Zorlama Lena." Utah başını umutsuzlukla iki yana salladı. "Ağzın bağlı, farkında bile değilsin." O an ağlamak istedim. Mızıkçılık eden çocuklar gibi, yere oturup bağırarak ağlamak, ölmek dert değildi ama yenilmiş olmanın verdiği his beni yerle bir ediyordu. Delirecek gibiydim, onun istediği hayatı, birlikte geçireceğimiz güzel günleri asla ama asla yaşayamayacaktık. Bitmişti. Buraya kadardı. Hayallerimiz, umutlarımız son bulmuştu. Gözlerimden akan yaşlar umrumda değildi artık. Her şey bitmişti.

"Birileri geliyor." Utah kapının altında beliren gölgelere dikkat kesilmişti, Don'un adım seslerine benziyordu. Kapı ardına kadar açılınca serin hava içeriye doldu. Ortamdaki yoğun koku bir parça olsun azalmıştı ama o zaman daha iyi görmüştüm, buranın ameliyathaneden farkı yoktu. Her yere kan bulaşmıştı. Burada kaç kişi ölmüştü? Kaç ruh sahibinden kopup Kanlı Göl'ün yarattığı fırtınaya kapılmıştı? Bizim ruhlarımız da onlara uyacak mıydı?

Per sempre demenin bedeli yok muydu? Elbette vardı. O sonsuzluk için, ölmemiz gerekiyordu. Hep birlikte.

Sadece, aklımda kalan, sormak istediğim sorularla gidecek olmak canımı sıkıyordu. Ve Haven.. bebeğimi görmek istiyordum. Son kez de olsa bebeğimi görmek istiyordum. Onu arkamda bırakırken böyle ummamıştım. Oysa ki ona.. babasını getirecektim.

Sefillik içinde ölmeyi hak etmiştim çoktan.

"Bakalım bugün menümüzde kimler var?" Don, üzerine giydiği bembeyaz takımının içinde, elindeki bastonla içeriye girdiğinde hepimiz ona çevirdik bakışlarımızı. Yakasına kırmızı bir gül takmış, zaferini paylaşıyordu kendince. Gözleri Principe'ye dokununca, "Yazık oldu sevgili Prens hazretleri." diye geveledi ağzında.  "Oysa ki çok daha başka yerlerde olmanız.. gerekiyordu."

"Hah. Senin sunduğun hayatı yaşamaktansa, birkaç kez ölmeyi tercih ederim piç." Principe kendi söylediğine güldüğünde Don da güldü. "Tanrım, hala bilgelik peşindesin.. Ne tatlı!" Burnunu kırıştırıp odanın içinde birkaç adım attı. "Ama piç demişken.. evet aramızda bir tane var!" Utah'ın yanına yaklaşmıştı, onun saçlarını kıskaca benzeyen parmaklarıyla tutup geriye çekerek, "Sana da merhaba, piç oğlum." dediğinde Utah, Principe'den daha büyük bir kahkaha atmıştı. "La mia Principe, duydunuz mu?" Yeni bir kahkaha atmıştı. "Piç Don beni kutsuyor." Utah Don'un saçlarını daha fazla çekmesine aldırmadan deli gibi gülüyordu, Don ona vurmak için elini kaldırsa da bu zayıflığı göstermek istemedi. Elini geri çekerken ona, "Hala krallığımın lideri olabilirsin, annen de böyle isterdi." dedi. Ve o an anladım..

Death Valley | MalikWhere stories live. Discover now