14

1.2K 137 47
                                    

Kusursuz bir uyku uyumam gerekirken huzursuz bir uyku çekmiştim. Bebek benim yüzümden strese girmiş gibiydi, durmadan kımıldamış, mide bulantılarına sebep olmuştu. Onu suçlayamazdım, henüz doğmadan anne ve babasının aile olmaya çalışmalarına tanık olmuştu, büyüdüğünde herhangi bir suçlamaya maruz kalırsam ona kızma hakkım yoktu. Sağlığını düşünüp onu korumak bizim görevimizdi, bizi bir arada tutma görevini üstlenmek içinse çok, çok küçüktü. Ona iyi bir anne olamadığım için kendimi suçlayıp durmak bana bir şey kazandırmıyordu elbette ancak dönüp bakınca, babasını biraz olsun suçlayamıyorum oluşum, kazancım varmış gibi görünmeyi sağlıyordu. Bu yüzden elimden geldiğince kendime yükleniyordum, sanırım biraz mutlu olsam, ne kendime yüklenirdim ne de bebeğimi huzursuz ederdim.

Yatağın içinde huzursuzlukla kıpırdadım, en son yatağın ucundaydık ve Zayn kucağımda uyumuştu, ne ara yatağa girdiğimizi anımsamıyordum ama daha da kötüsü vardı, kocam yanımda değildi. Elimden geldiğince hızlı hareket ederek yataktan çıktığımda içimi bir endişe sarmıştı, yatağın boş köşesinde ona gece giydirdiğim kıyafetler duruyordu. Gitti, dedim içimden. Yine gitti.

Can havliyle banyoya yöneldim ancak orada değildi, üst kattaki herhangi bir odada olmasının imkanı yoktu, belki mutfaktadır diye düşündüm içimden, merdivenlerden inerken bacaklarım titriyordu. "Zayn?" Adını söyledim ama sesim sanki kaybolmuştu. Sonra ondan bir ses duymayı bekledim ancak sesini tanımadığımı fark ettim birden, öyle az konuşuyordu ki ses verse tanır mıydım bilmiyordum. "Zayn.." dedim tekrar ama bu sefer acı içinde çıkmıştı sesim, üzerinde durduğum merdiven basamağında çöküp sessiz sessiz ağlamaya başladım. Onu her bulduğumda kaybetmekten yorgun düşmüştüm artık. Gelecek mi diye beklemekten, birlikte bir geleceğimiz olacak mı diye ümit etmekten tükenmiştim.

"Yine niye ağlıyorsun?" Dış kapı açılıp kapanmıştı, sesi küçük hole vuruyordu ve üzerinde dün gece gördüğüm kıyafetleri vardı. Eski Zayn geri dönmüştü, ketum ve ifadesiz gözleriyle beni seyrediyor, anlam vermeye çalışıyordu. Can acısıyla ona koştum, gitmesinden öyle çok korkmuştum ki sarılmak iyi gelir diye düşünüyordum. Kollarımı boynuna sarıp göğsüne sinerken bir adım gerilemişti, sanırım ona biraz fazla sert çarpmıştım. "Gittin sandım." dedim, beni itmemişti ama sarılmayı düşünüyor gibi de durmuyordu. "Sadece eşyalarını arabaya yerleştiriyordum, bu kadar yaygara koparmadan önce keşke arabanın yerinde olup olmadığını kontrol etseydin." Beni durduk yerde azarlarken, kalbim nedensizce mutlulukla dolmuştu, sanki gelecekte bir aile olmamız mümkünmüş gibi tuhaf bir hissiyat vermişti bana. Burnumu çekip bakışlarımı gözlerine diktiğimde bana, "Aptal." dedi, başka zaman olsaydı belki kırılırdım ama, kolunu ihtiyatla belime sarması, cümlesinin üzerinde durmamı engellemişti. Kaşları çatılmıştı, kızgın değildi ama, ağzından laf alınabilecek gibi de değildi. Dünden bu yana ne değişmişti anlam veremiyordum ama en azından kendisine sarılmamdan veya aralık duran gömleğinin üzerinden kalbinin üstünü öpmemden rahatsız olmamıştı.

"Hadi," dedi, parmak ucuyla gözümdeki yaşı temizlerken yanağında bir kas seğirdi. "Gidiyoruz." Burnumu bir kez daha çektim, gözlerim gözlerinin arasında hızla seyahat ederken bile tavrını değiştirmemiş, kolunu belimden çekmemişti. "Nereye gidiyoruz?" İç çekti, bakışlarını evin tavanında gezdirirken, "Sonsuza dek babanın evinde kalamazsın." dedi. "Eve gidiyoruz." Benden uzaklaşıp koridorun yanına saparak gözden kayboldu, ayakkabı dolabının kapağının açılıp kapandığını duymuştum ancak kıpırdayamıyordum, ben o eve geri dönemezdim. Yoksa babası hayatta olduğumu biliyor muydu?

"Ben oraya gitmem." Sesim korkudan titremişti, ne bebeği ne de Zayn'i kaybedemezdim, kendi yaşantım zaten umrumda değildi. Ayağımın önüne ayakkabılarımı bırakıp doğrulurken dudaklarını ıslattı. "Kendi evimize gidiyoruz, korkma." Koluna astığı ince hırkamı giydirmek için tam karşımda durduğunda teninden sayılan ısı yüzünden, sözcüklerinden ve daha önce tatmadığım ilgisinden ötürü sarhoş olmuş gibiydim. "Bizim.. bir evimiz mi var?" Hırkanın içinde kalan saçlarımı çıkartırken kendini bu sorulara hazırlıklı gibiydi, kafasında her türlü ihtimali değerlendirmiş ve cevaplarını hazırlamıştı. Normal zamanda karışık olan kafası bugün pürüzsüz, tertemizdi. "Neden olmasın?" dedi, bunu önemsiz bir şeymiş gibi söylemişti. "Kimse sonsuza kadar ailesiyle yaşamıyor. Zamanı gelince evleniyor ve kendi evinde yaşamaya başlıyor." Bilmediğim bir şeyi paylaşıyormuş gibi açıklama yapmıştı. İçim sıcacık olmuştu, gülümsedim. Gülümsemem yanaklarımı acıtacak kadar büyüdüğünde bana, "Seni ilk kez böyle görüyorum." dedi; yüzünde utanç vardı. Vermesi gereken buymuş da veremiyormuş gibi. Aslında tam olarak böyleydi de. Ve şimdi bunun vicdanını yapıyordu içinde. "Ben de." Karanlık ve boğucu havaya bakarak "Yani senin hiç.. bu kadar konuştuğunu görmemiştim." dedim.

Bunu söyler söylemez pişman olmuştum. Sessizliği ortamdaki havayı bıçak gibi kesmişti. Yüzündeki ifade bunu beklemediğini ortaya sermişti, kapıyı açarak omzunun üzerinden arkasına baktığında aklından geçen şeyi okudum, kalbim ayaklarımın altındaydı şimdi. "Annemden sonra bu kadar çok konuştuğum ilk kişisin." Annemden sonra.  "Gidelim, Lena. Yolumuz uzun." Gülümsemem aniden ölmüştü, hava soğumuştu ama Zayn hala buradaydı. Bir an için onunla gerçekten anlaşmaya çalışmak, iletişim kurmak güzeldi. En azından elinden geleni yapmıştı. Ama bu kadardı, eğer onu daha iyi tanıyamazsam, ne zaman kendini kötü hissedeceğini bilemezdim.

Ve ben onu tanımayı çok ama çok istiyordum.

Yanına yaklaştığımda arabasına oldukça yakındı, eli cebinin içinde bir şeyleri çevirip duruyor gözleri direkt karşıya bakıyordu. Şoför koltuğuna geçip anahtarı yerine yerleştirirken kapıyı açtım, kemerini takmadan önce takımının ceketini çıkartıyordu. Kemerine uzandığı sıradaysa aklına bir şey gelmiş gibi, sesindeki öfkeyle konuştu. "Bende sana ait bir şey var." Merakla ona bakmaya başlamıştım, arabayı çalıştırıp dönüş almak için geri vitese geçerken sadece aynaya odaklanmıştı, dikkatli davranmaya çalışıyordu. Arabayı döndürüp yola sapmak üzere harekete geçmeden önce pantolon cebinde çevirip durduğu şeyi avucuma bıraktı. Elimin içindeki şey, giderken baş ucuna bıraktığım evlilik yüzüğümden başka bir şey değildi.

Söyleyecek bir şeyler aradım. Konuşamıyordum. Ben sustukça o da susuyordu. Sessizlik uzayıp gitti, yüzük avucumun içinde bir kor gibi yanıyordu. "Ben daha ölmedim." dedi sonunda. Kararlı, ciddi ve kendinden emindi. Bir şeyler yapmaya çalışıyordu, kendince denemeye karar vermişti sanki. "Senden önce ölürsem hiç düşünmeden çıkartıp atabilirsin.Ama birlikte olduğumuz sürece, ben aksini söyleyene kadar onu çıkartmayacaksın Lena." Nefes alamıyordum. Neler söylemişti öyle. Ben sadece bana gelmesini beklerken karşımda çok daha fazlasını bulmak kesinlikle sürprizden ibaretti. Onu bugüne dek yanlış değerlendirmiştim. Kelimeleri birer ok gibi yayından fırlayarak tam olması gereken yere saplamışlardı. Ona sunduğum kalbin tam ortasına.

"Birinin kocası olmanın verdiği sorumluluk mu bu?" Daha önce beni en güvendiğim yerden kırmıştı. Eğer yüzüğü takmamı istiyorsa, aldığı riske değecek tutumu sergilemesi gerekiyordu. Bir kırmızı ışıkta durmuş, geçmek için beklerken yolun sağını ve solunu kontrol ediyordu. "Kısmen." dedi. Yolun boş olduğundan emin olduktan sonra gaza biraz yüklendi. Açık bir cevap istiyordum, bu yüzden üsteledim. "Daha açık konuşamaz mısın?" Direksiyonu kavrayan parmakları beyazlamıştı, bir şeyi hatırlamış ve sonra bunu unutmaya çalışırmış gibi bir ifadesi vardı. "Yaşadıklarına sebep olan benim. Eğer seninle evlenmeseydim, bunların hiçbiri olmazdı Lena ve ben kendimi sana karşı sorumlu hissediyorum." Aradığım cevapları alamamıştım, duymak istediklerim bunların ötesinde, bambaşka şeylerdi. Beklentimi fazla yüksek tutmuştum. Kendime kızıyordum. "Geçmişte olanları düzeltemezsin."

"Evet," dedi. "Düzeltemem ama eğer hala yapılacak bir şey varsa deneyebilirim." Gözlerini çok kısa bir an üzerimde tuttu. "Hayatını mahveden kişiyim evet ama aynı zamanda kocanım. Önümüzde hiç bilmediğimiz bir yol var ve eğer devam etmeyi başarabilirsek bize ne olacağına birlikte karar verebiliriz." Gözlerim dolmuştu, ağlarsam kızar mıydı? "Yapmamız gereken çok şey vardı Lena." Bu benim cümlemdi, benim söylediklerimi aklında mı tutmuştu?

"Ve hala vaktimiz varken yapacağımız çok sey var."

Kalbim deli gibi atıyordu. Neler duyuyordum, rüyada mıydım değil miydim bilmiyordum. İfade edemiyordum kendimi, sessiz kalmıştım, nefessiz kalmıştım ama kalbim umutla dolup taşmıştı. "Seni seviyorum." dedim sonunu düşünmeden. Başta bir şey söylemek istemedi ama sonrasında pes etti, belki de bir gün için yeterince umut vermişti bana. "Biliyorum." dedi, sesi gayet sakindi. "Ve bu, son zamanlarda emin olduğum tek şey."

Death Valley | MalikWhere stories live. Discover now