8

1.4K 147 41
                                    

Gitmeyi planlamıştım. Buradan elimi kolumu sallayarak çıkabileceğim yoktu elbette ama bir şekilde gidecektim. Beni azat eder sanmıştım. Ancak vücudum iki kişi için fazla takatsiz kalmıştı. Daha birkaç adım atmıştım ki ansızın yere yığıldım, dudaklarımda dudaklarının tadı, zihnimde doğrulttuğu silahın kara bir deliğe benzeyen namlusu vardı. O karanlık deliğe çekilmiş gibiydim, her yer aniden zifiri karanlığa bürünmüştü. Buradan öyle kolay çıkamayacaktım. Belki de Ölüm Vadisi'nden kurtulmanın tek yolu gerçekten ölmekti. Yerde ölü gibi yatan incecik vücudumu havalandırıp kucakladığında, eğer azıcık gücüm olsaydı yandaki nehirden aşağıya atlardım diye  geçiriyordum. Ondan nefret ediyordum, kollarını hissetmekten, alnımı boynuna yaslayıp sıcaklığına sığınmaktan, sevgisiz olduğunu bildiğim halde aşkını ummaktan.. Ben aptalın tekiydim ama bütün suç benim değildi. Eğer bilselerdi, eğer birileri bilseydi kimse kızını Zayn veya Utah gibileriyle evlendirmezdi. Ben ve Nelly bir nedenden ötürü kurban seçilmiştik, şimdi ikimiz de bedelini ödüyorduk. Ben karnımdaki çocukla, o ise henüz bir şeyleri algılamak için genç olan iki erkek çocuğuyla mücadele veriyorduk. Ancak ben daha en başından pes etmiştim. Değil bebeği, kendimi ayakta tutacak gücüm kalmamıştı, hepsi bir hayalden ibaretti şimdi. Bir an başarabilirim sanmıştım, gerçekten yaparım sanmıştım ancak şimdi beni sevmeyen ve öldürmekle tehdit eden adamın, kocamın kollarına yığılıp kalmıştım. 

Keşke o tetiği çekseydi. 

"Senden nefret ediyorum." dedim sessizce. Bayılmak üzereydim.  "Biliyorum." dedi. Sonrasında ne Utah'ın ne de Nelly'nin yanından geçerken tek kelime etmedi ancak görebiliyordum. Babası boş durmayacaktı. En az içimdeki intikam duygusu kadar duyguyu o da taşıyordu kendince. Gözlerinde fırlayan alevleri görebiliyordum, ölüm saçan, kana bulanmış ellerini, kıydığı masum canların azabını yüzünde görebiliyordum. Zayn'in vücuduna sığınmadım, ondan korkmuyordum. İncecik kalmış bedenim ve titreyen kalbime rağmen gözlerimi bir saniye olsun ayırmadım gözlerinden. Beni öldürse bile eline hiçbir şey geçmeyecekti, Utah onun yanında asla yer almazdı ve Zayn.. Dakikalar önce onun aklını karıştırmayı başarmıştım. Şimdi sevilme duygusunu mu seçecekti, yoksa aslında hiç bulaşmak istediği cinayetleri mi? Kararı Zayn verecekti ve her ne olursa olsun bebeğimi onlara vermeyecektim. 

Gerekirse kendimle birlikte onu da öldürürdüm. 

Yer bedenimi kendine çekiyor gibiydi, ağırlığımı hissetmiyordum sanki beni bıraksalar tüy gibi uçuşacak ve toprak tarafından yutulacak gibiydim. Kendimi iyi hissetmiyordum, yoksa ölmek buna mı benziyordu? Önce bütün dertlerinden arınırcasına hafifliyor, sonra da toprağa mı düşüyordun? Hepsi bu kadar çabuk ve kolay mı oluyordu? Yoksa sadece onun gözlerine bakıyor olmanın verdiği anlamsız yoğunluktan mıydı bunca hissi bir arada yaşamak? Beni sıkı sıkı kucağında tutmaya devam etmesi kalbimdeki yaraları daha fazla kanatıyordu sadece, ellerinin arasında eriyip yok oluyordum sanki. Ağlamanın, sıcak göz yaşları akıtmanın bir manası yoktu. Hayatımdaki ilk kez ağlamak hiçbir işe yaramamıştı, sadece acıların içinde daha çok boğuluyordum. Nefessiz kalana dek, ciğerlerim ağrıyana dek ağladım. Sessizdim, çığlıklar atarak veya isyan ederek dökmüyordum yaşlarımı ancak yanımda olup her şeyi görmesini de istememiştim. Kucağında, tıpkı bir bebek gibi tutmaya devam ettiği bedenimle yatağın üzerine kurulurken gücümü bir an önce toparlamak için dua ediyordum, bana dokunuşları sevgisiz, mecburi dokunuşlardı ve ben bu yükün altında eziliyordum. 

"Görev bilincin yerinde." dedim sayıklar gibi. Bunu bilmesi gerektiğinden pek emin değildim ancak sonunda nasılsa ölecektim, öyle veya böyle. Ne söylediğimi anlaması çok uzun sürmedi çünkü o da bu yükün mücadelesini veriyordu. Bana kocalıktan çok görev bilinciyle yaklaştığını kendisi söylemişti, şimdiye görev bilincine dayanarak zor zamanımda yanımda oluyordu. Ne demişti rahip, iyi günde ve kötü günde. Keşke her günüm kötü olsaydı demek istiyordum o böyle yanımdayken ancak diyemiyordum. Gerçeği biliyorken görmezden geliyormuş gibi yapmak imkansızdı, kendimi bununla avutamıyordum. Biz hiçbir şey değildik ve öyle de kalacaktık. "Tesoro,"* anlamını bilmediğim bir kelimeyi mırıldandı alnıma. "Buna nasıl kalkıştın sen?" Gözlerinde karmakarışık duygular vardı, korku, endişe, şaşkınlık, her şeyin bir anda olup bitmesini o da kaldıramamıştı sanki. "Kaybedecek bir şeyim yoktu," dedim kalan son gücümle. "Ne bir aşkım, ne de arkamda bırakacağım herhangi biri." Bu cümlelerin içine batmasını istiyordum, sevgisiz kalbinde daha önce hissetmediği şeyleri hissetsin istiyordum. Delicesine bir istekti bu. "Sadece, canım var." devam ettim, "Kaybedecek sadece canım vardı, onu da sana verdim." 

Death Valley | MalikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin