Bölüm- 28 Nergis Çiçekleri

483 53 62
                                    


Zehra kolunda kelepçe takılı adamı hırsla sürüklerken, "Yürü!" dedi dişleri sıkılı bir vaziyette.

"Yürüyoz işte abla, ne sürüklüyon? Zaten yaralıyız."

Adamın terslenişine daha da sinirlenen genç kız, "Yaralıymış!" diye tısladı sessizce. "Çabuk yürü, yoksa elimde kalacaksın." Hırsını alamıyor, siniri geçmiyordu. Adam gözlerinin önünde, kardeş bildiği arkadaşını vurmuştu. Tamam, bir şeyi yoktu Emir'in fakat, kardeşi, ağabeyiydi onlar onun. Emir ve Buğra. Ne yapsa haklarını ödeyemeyeceği, onlar için her şeyini fedâ edebileceği, bulunmaz dosttu onlar.

En önemlisi vatanlarını korumaya çalışan polislerdi. İnsan vatanının polisine nasıl kurşun sıkar? Nasıl yanında değil de karşısında dururdu, haklarını ödeyemeyeceği yiğitlerin? Helâllik alması gerekirken, nasıl canlarını almaya çalışırlardı?

Bir garip insanoğlu işte. Çiğ süt emmiş, nankör varlıklardık hepimiz...

Zanlının da yarası derin değildi. Zehra dikkatli nişan almış, adamın silah tutan elinin dirseğinden aşağısına sıkmıştı. Hastanedeki işlemleri tamamlanınca, merkeze gitmesinde bir sakınca olmadığını belirten doktor izni ile beklemeden adamı sorgu için alıp getirmişlerdi merkeze.

Adamı sorgu odasına sokup, kapının önünde bekleyen memur arkadaşını tembihledi sıkı sıkı. "Sorgu için komiser gelecek, ayrılma sakın bir yere tamam mı." Adamın zaten görevini çok iyi yaptığını bildiğinden cevap almayı beklemeden Emir'in yanına gitmek için ayrıldı merkezden. Diğer adam çoktan sorguya alınmıştı zaten.

🌼🌼🌼

"Lan oğlum, sür merkeze. Abarttınız ha, sıyırdı altı üstü." Emir sıkkınca arkadaşına söylenirken, başını koltuğun başlığına yaslamış gözlerini kapatmıştı.

"Emir büyük yerden oğlum, " dedi Buğra omzunu silkerek. "Hem geç oldu zaten, bu saatte merkeze gidip n'apıcaksın?" Kolundaki saati kontrol etti Buğra. "Ayrıca bizim devriye de bitiyor zaten birazdan."

"Saat kaç ki?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Saatten bî haberdi.

"22.00"

"Baştan desene abi ya, şurada yırtınıyoruz." dedi gülerek.

Buğra da gülümseyerek arabayı kullanmaya devam ederken, Emir gözlerini cama dikip akıp gitmekte olan yolu seyre koyuldu.
Aslında, hızla akıp giden ömürleriydi de farkında değillerdi. Dünya hevâsına kapılmış bir insanın, çıkması hayli zor oluyordu.

Ya da.. zor değildi. Bir samimi tövbeye bakıyordu. En içten olanından.

"Şurdaki pastaneye gir de, bir şeyler yiyelim. Evde yiyecek bir şey yok."

Kafasını sallayan Buğra, biraz ilerdeki dönüşten sağa dönüp ilerledi biraz daha. Oradan da sağ araya girerken, Emir Yasemin'in sitesinin önünden geçtiğini fark etti. İçinde süzülen anı bir his ile, aşağı indirdiği camdan kafasını hafifçe uzatıp yukarı baktı. Binanın tüm ışıkları yanıyordu. Yasemin'in katını bu kısa sürede sayarak bulmak çok zordu lâkin, saymadan kolayca bulmuştu zaten.

Tüm binada, perdesi çekili olan tek daire.
Eskimiş yıkık dökük bir binada, balkonunda çiçekler yeşeren pencere gibiydi.

İster istemez dudaklarını küçük bir gülümseme esir aldı, Emir'in. Yüzünü kesen soğuk havanın keskinliği ile içeriye sokuldu.
Ne garipti bu zamanda insanlar. Evlerinin içinde olan biten ne varsa, nasıl da dışarı yansıtmayı sever hâle gelmişlerdi.

Emir, bir kez daha fark etmişti Yasemin'in oturduğu sitenin, kendi oturduğu polis evine çok da uzak olmadığını. Arabayı park eden Buğra, emniyet kemerini açarken düşüncelere dalan arkadaşına seslendi. "Emir, hadi abi."

SESSİZ OYUNWhere stories live. Discover now