Bölüm-24 "Neden yasaklar var?"

558 65 155
                                    

Bölüm-24 "Neden yasaklar var?"

"Diğer cinayetlerin otopsi raporları teslim edildi mi?"

İki haftadır düşünmekten kafayı sıyırmak üzere olan Emir komiser, sorusuyla dosyaları inceleyip düzene sokan Zehra ve diğer işlere bakan ekip arkadaşlarının dikkatlerini üzerine çekti. Zehra, cevap vereceğini belirtircesine kafasını Emir'e çevirip tekrar önüne dönerek işine koyuldu. "Selim dosyasını cinayet şubeye teslim etmiştik zaten. Serra cinayetinin maktülü ise hâlâ meçhul. Elimize ulaşan raporda, maktülün cesedinde yüksek dozda narkoz olduğu  bilgisi var. Raporu ulaştıran arkadaşlar da, iğnenin boynundan vurulduğunu belirtti. Gerçi, raporun son kısmında da belirtilmiş."

Bu sıralar, tuhaf cinayetlerin bir türlü bulunamayan katilleri epey canlarını sıkıyordu bu sıra. Ki sadece cinayet dosyası değildi, kendilerini -narkotik şubeyi- de ilgilendiriyordu. Emir bir süre elindeki dosyaya inceledi, delilleri de az önce yeniden gözden geçirmişti; belki kaçırdıkları bir nokta bulur diye. Lâkin, sonuç olumlu değildi.

Bir sonuca ulaşamamak canını sıktı, dosyaları ufak bir sinirle önündeki masaya bırakıp kenara itti. Cebindeki telefonu çıkarıp, onunla ilgilenmeye başladı. İki haftadır yaptığı şeyi yapıyordu yine; Yasemin'in sosyal medya hesaplarına girip paylaştığı yazıları, kısa durumları okuyordu. Takip Et butonundan takip etmiyor olsa da, günlük düzenli olarak sayfalarını kontrol ediyordu zaten.
Bir kaç dakika önce paylaşılmış kısa bir yazı ilişti gözüne.

"Dünyanın dağıttığı kalbimi sana getirdim, topla beni Allah'ım."

Sessizce mırıldandı yazıyı, yüreğine doğru gönderdi usulca. Emindi. Artık gerçekten emindi. Zaten, baştan beri emindi ya,kızdan...
Kızın tesettüründen ve kalbinin temizliğinden şüphe duymuyordu. Yoksa, bir insan bu kadar farklı yansıtamazdı kendini.

Ceyhun amirin yanına gitmesi gerekiyordu biraz sonra, fakat kalkıp gitmeyi ne ayakları istiyordu  ne de kalbi. Etrafı dört duvarla örülmüş, ne yöne gideceğini bilemeyen bir garip seyyah gibiydi. İki arada bir derede kalmak cümlesini yaşıyordu bizzat.

Parmağını ekrana dokundurup sayfayı yukarı doğru itti. Bir gün önce paylaşılan yazıyı takip etti bu sefer, dudakları sessizce mırıldanırken.

"Yaşadığımız hayat İslâm mı?
Dolaştığımız çarşılar İslâm mı?
Okuduğumuz okullar İslâm mı?
Yönetim İslâm mı?
İdare İslâm mı?
Bunları sen düşünmeyeceksin de, Hindistan'daki hindular mı düşünecek?"
|Timurtaş Hocaefendi

Bu yazı büyük bir etkiye neden olmuştu üzerinde. Düşünmeye yöneltti zihnini. Yaşadığı hayatı sorguladı bir an. 'Bunları sen düşünmeyeceksin de Hindistan'daki hindular mı düşünecek?' kısmını fazlasıyla üstüne alındı o vakit.
Yaşamının İslâm'a uygun olup olmadığını sorguladı önce. Sonra, küçük bir kıyaslama muhakemesine girdi kendi ile Yasemin arasında.

Düşününce, ağır geldi aslında kendi ile o kızı kıyaslamak. İçinin nasıl olduğunu bilmese de -bilemezdi de zaten- o kızın -Yasemin'in- İslâmı yaşaması mükemmel bir düzeydeydi Emir'e göre. Vazgeçti. Kendini onunla kıyaslaması doğru değildi.

Başını kaldırıp masanın diğer ucunda, önüne yığdığı raporlardan bir kaç tanesiyle ilgilenen Buğra'ya baktı. Kendini onunla kıyaslaması gerektiğini düşündü. Sonuçda, hemen hemen aynı hayatı yaşıyorlardı. Gerçeği; hayat denir miydi, muamma? Bir toz bulutuna yüklenmiş gidiyorlardı, nereye savrulduklarını bilmeden...

Bir şekilde akıp gidiyordu işte, hayat dedikleri garip yolculuk.

"Arkadaşlar kolay gelsin!"

SESSİZ OYUNWo Geschichten leben. Entdecke jetzt