Bölüm-3 Mezarlık

1.1K 120 179
                                    

"Sen hiç kabristana  gittin mi?
Senin de ölülerin vardır,  bilirim.
Üzerindeki otları küflü tenekelerle sulayacağın ölülerin.
Otlar  büyüyecek,  sararacaklar sonra.
Ölülerimizi hep hatırlayacağız, dirilerimizi  unutsak da.
Olsun,  onlar da ölecekler"

Mezarlık...

   Bunaldığında, sıkıldığında veya hiç bir şeyi yokken bile ona iyi gelen tek şey, güneşin doğması ile birlikte
kalkıp, tertemiz çam kokulu ormanlarda avlanmaktı.   

Böyle güzel bir stres atma yöntemi için, uykusunu hayli hayli feda edebiliyordu genç adam.

    Önce yüksek tepelere çıkıp sakin kafa ile güneşin doğuşunu seyrediyor, ardından av tüfeği ile dinlenme mesaisine başlıyordu. Gerçi, Zehra ile Buğra buna cânilik mesaisi diyorlardı. Emir'i anlamadıklari içindi tabi. O'na göre onların da atmak istedikleri sıkıntıları olsaydı önlerine çıkan herşeyi yıkıp geçeceklerine emindi.

    Bu sabah da yine kalkıp, yükseklere doğru yol almaya başladı. Çoğu zaman sessiz, bomboş geçirdiği bu yolculuklarda bu sefer kafası dopdoluydu sanki. Halbu ki son dönemlerde bunalmasına sebep olacak bir şey olmadığını düşünüyordu. Geçmişe dönüp, bu sabahtan öncesini düşünmeye başladı. Öncelikle akşamki son operasyona gitmişti aklı. Orda birisinin -nedense ona farklı gelmişti- yaptığı işe laf söylemesi, öfkelendirmişti onu. Ayrıca sıradan rehinelerden farklı olarak, hem rahattı, hem de uyguladığı taktikler herkesin yapabileceği türden değildi. Mutlaka birisinin bu konuda kızı eğitmiş olduğunu düşünüyordu. Ona göre bir kızın başına silah dayandığında, ağlaması gerekirken bu acayip kız, pis pis bakıyordu etrafına.

    Hatırladığı kadarıyla bir önceki akşam  da karşılaşmışlardı. Akşamdı fakat yüzünü hatırlamakta zorlanmamıştı.

   Çıktığı tepede uygun bir yer bulup, yere çömeldi. Tekrar düşünmeye başladı. O kızda bir şey vardı. Somut delilleri yoktu ama burnuna bazı kokular geliyor gibiydi.
Açıkçası şüpheleniyordu ondan. Hele de ona, yaptığı hareketleri nerden öğrendiğini sorduğunda susması, bir şeyler saklamaya çalışıyor gibi olması, onu daha da şüphelendirmişti.

                                        ***

    Kalktığında sabah yarım bırakmış olduğu uykusunu, tamamlamış olmanın verdiği zindelikle giyinip dışarıya çıktı tekrar. Bulunduğu yerin sessiz ve serin olması onu rahatlatmıştı. Bir süre oyalandıktan sonra içeri girip telefonunu aldı. Sadece Zehra'dan gelen cevapsızlar ve mesajlar vardı. Bakma gereği duymadığı için telefonunu tekrar kapatıp, cebine attı.

                                   ***

     Evin bahçesinden çıkıp, arabasına bindi. Her iki yanı da uzun çamlar ve otlarla dolu yolda şehir merkezine doğru yol aldı.

   Günlerden pazardı. Bütün gün  dağ evinde kalıp dinlenmek iyi gelirdi ancak ziyaret etmesi gereken iki kişi vardı. Yıllardır sadece kendisinin konuşup , onların hiçbir şey demeden  kendisini dinlediği iki kişi. Annesi ve babası...

    Keşke sadece bunlar olmasalardı dediği zamanlar olmuştu. Ablasının da kendisini böyle sessizce,hep olduğu yerde bekleyip dinlemesini istiyordu. Gerçekten susup susmadığını bile bilmediği ablasını...
  

                                   *******

   Mezarlık kapısından içeriye girdiğinde, yine oraya her gittiğindeki gibi bir sükûnet sardı benliğini. İstemsiz bir şekilde dünyadan uzaklaşıyordu. Zaten yapmaktan pek de zevk almadığı dünya eğlenceleri ve şahsi bir hedef koymadığı hayatı daha bir anlamsız geliyordu ona. Bunlar da bir yana, buraya gelip dünyadan uzaklaşmak iyi geliyordu genç adama. Stres atmak gibi değildi ama yine de kendini rahat hissediyordu bir süre. Hattâ kendisinin bile gereksiz bulduğu egosu, mezarlıktan çıkışın bir iki saat sonrasına kadar taban yapıyordu.

SESSİZ OYUNWhere stories live. Discover now