Bölüm -20 "İçerde biri var..."

457 60 25
                                    

Güneş gizlendi önce, sessiz bulutların ardına. Dünyayı mı beğenmemişti, dünyalıları mı? Yaşam'ın olduğu tek yer değil miydi? Niyeydi ki bu küskünlük?

Neye'ydi?

Bir anne evlatsız uyanıyorsa sabaha, akşamına anne-babasını kaybetmiş olarak giriyorsa bir çocuk; çok da zor olmamalıydı güneşin küskünlüğünü anlamak.

Bir baba demir parmaklıklar ardına alınıyorsa; suçsuz günâhsız, işkence yapılıyorsa bir adama, sadece müslüman diye..

Ezân, susturuluyorsa bir minarede, namaz yasaklanıyorsa bir câmî'de..

Ve; susuyorsa buna, Müslümanlar, kendini müslüman sananlar..

Hakkı yok muydu, güneşin? İnsanların yapamadığını yapıyor diye, kızmalı mı güneşe, yoksa bakıp imrenmeli mi?

Bombalar yağıyorsa bir kentin üzerine, ve sus pus olmuşsa kardeşler, yakın değil miydi vakt-î kıyamet? Zâlimin yurdu ise, cehennemdir ilelebet!

Parmak uçlarımın dahi canı acıyor, Allah'ım! Sen lütfetmezsen, ben hep ziyandayım...

Sıkılmıştı genç adam. Düşünüyordu. Neydi hayat, neydi gerçek mutluluk? Yaşadıklarından ibaret miydi her şey? Peki ya gördüklerinden mi sadece?
Şu koskoca evrende yapayalnız olduğunu hissetmek duygusu.. onu deli ediyordu!

Gerçekler buysa eğer -dünyanın bir ucunda bir bebek açlıktan ağlarken ve bir annenin gözyaşları çoçuklarının başına düşen bombayla akarken; diğer ucunda sırf eğlence için geçirilen umarsızca dakikalar- çok adaletsizceydi. Hem de çok! O zaman hiçbir faydası olmayacaksa, neden vardı insanoğlu? Neden geliyordu? Nerden geliyordu?

Hiç mutluluk tamamamen hakim olmayacaksa şu koca yeryüzünde, o zaman hiç olmasalardı!

İşte yine, çoğu yalnız kalmalarında içini kaplayan o huzursuzluk duygusu, şimdi de göstermeye başlamıştı kendini. Daralıyor, bunalıyor, ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemiyordu. Beynini, organlarını, hislerini, bütün benliğini kemirip yok eden sorular ve ardından gelen hissizlik de cabası.

Yaptığı hiçbir şey gerçek mânâda mutlu etmiyordu onu. Ettiğini sanmıştı bugüne kadar, fakat son zamanlarda farkındaydı ki mutlu olamıyordu. Yardım edip gülümsettiği onlarca yüz, kurtardığı onlarca hayat, onlarca teşekkür ve yaşlılardan aldığı Allah razı olsun duaları...

Sahi, neydi o duaların maksadı? İçinde, ruhunun bir yerlerine tutunup kalan bir şeyler vardı sanki o cümlelerin. Zıt kutuplardan birinin diğerini çektiği gibi çekildiğini de hissediyordı, onlardan uzaklaştırılmaya çalışıldığını da. İnanç gibi, görünürde olanın ötesini anlamaya çalışmak gibi şeylerden hep uzaklaştırıldığını. Bugüne kadar hiç oturup da adamakıllı düşünmemişti ki aslında. Nasıl uzak kalmasındı?

Her neyse deyip umursamamaya çalışıyordu fakat, ondan bir parça daha alıp gitmişti şimdi huzursuzluk. Ruhunun bir yerlerinde yaralı bir boşluk bırakarak.. Her seferinde daha da büyüyordu üstelik. Ve o, doldurulması gerektiğini bilği hâlde, sadece üzerini örtmeye devam ediyordu. Meçhul bir günün herhangi bir vaktinde, bakmayı düşünüyordu.

Çünki, şimdi çalan telefonuna bakmalıydı.

"Söyle, Buğra." Telefonu hoparlöre alıp, masanın üzerine bıraktı. Elinde tutup, kulağına dayayacak kuvveti bulamıyordu kendinde.

"Serra cinayeti vardı ya, şüpheli kız serbest bırakıldı."

Anlamazca kaşlarını çattı Emir, arkadaşı görmese de. "Sebep?"

SESSİZ OYUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin