Sınıfın kapısının kenarından görünmemeye özen göstererek içeri baktım. Derse giren hocayı tanımıyordum, bizim dersimize girmiyordu. Hafif toplu, saçlarına ufaktan veda etmiş orta yaşlı bir adamdı.

"Ne yapıyorsun evladım?" dedi hoca şaşkınlıkla. "Sınıfa böyle girilir mi?"

Normalde bir öğrenci dersi bu şekilde bölse en anlayışlı hoca bile böyle yumuşak bir tepki vermezdi. Muhtemelen Ayaz'ın tam olarak kim olduğunu biliyordu bu hoca da. Yani sadece öğrenci Ayaz'ı değil, okulun sahibi olan Ayaz Meydan'ı da tanıyordu.

Ayaz ise hocayı hiç umursamadan sınıfın ortasında dikilip sınıfta gözlerini gezdiriyordu. Onunla birlikte ben de sınıfa baktım ve gözlerimiz aynı anda Anıl'ı buldu. Pencere kenarı en arka sırada, sıraya iyice yayılmış bir halde oturuyordu. Ayaz ona doğru yürüyünce Anıl da sırasında toplanıp sırtını dikleştirdi. Bu anı bekliyormuş gibiydi tavırları.

Ayaz, Anıl'ın yakasına yapışıp ayağa kaldırmaya çalışınca Anıl Ayaz'ın elini sertçe itip, "Çek lan elini! " diye söylendi. Dersteki hoca tahtada bir şeyler söyleyip kavga çıkmasını önlemeye çalışırken, sınıftan birkaç kız da elleriyle beni gösterip kendi aralarında bir şeyler konuştular.

"Yürü! " dedi Ayaz Anıl'ı tekrar ayağa kaldırmaya çalışıp bu kez amacına ulaşırken. "Telefonda yaptığın artistliği bir de yüzüme yap!"

Anıl omzunu silkip, Ayaz'ın elini düşürdü ve ikisi birlikte kapıya doğru yürüdüler. Tam hocanın önünden geçeceklerinde hoca önlerini kesti. "Dersten bu şekilde öğrenci çıkaramazsın," dedi Ayaz'a. "Derdiniz her neyse okul saatinin bitmesini bekleyin!"

Ayaz öğretmenin yüzüne çene kemiklerini sıkarak baktıktan sonra, "Yolumdan çekilin," dedi kibarca. Ancak gözleri hocaya öyle bir bakıyordu ki ikinci bir uyarı yapmayacağım der gibiydi. Bazen sakinlik öfkeden daha korkutucu görünebiliyordu.

Öğretmen birkaç saniye Ayaz'ın yüzüne baktıktan sonra dudaklarını birbirine bastırıp Ayaz ve Anıl'ın yolunu tekrar açtı. Onlar sınıftan çıkıp, kapıyı da arkalarından kapatırlarken iki çocuk - Anıl'ın arkadaşları olduğunu düşünüyorum- yerlerinden kalktılar ama hocanın sert tepkisi ile tekrar yerlerine oturmak zorunda kaldılar.

Bir insan kendinden nefret ederken aynı zamanda nasıl bu kadar özgüven sahibi olabilirdi ki? Annesini öldürdüğü için kendinden ölümüne nefret ederken, babasının önüne sunduğu 'dünya senin etrafında dönüyor' düşüncesi ile küçük dağları o yaratmış gibi davranıyordu.

"Ne istiyorsun müptela? " dedi Anıl sanki dalga geçer gibi rahat bir tavırla.

Ayaz tepkisiz bir yüz ile Anıl'ın karşısına dikilip, "Bileğini göster," dedi. Sesindeki fırtına öncesi sessizliği duyabiliyordum.

Anıl'ın dudağı küçümseyici bir tavırla kıvrıldı ve tokamı taktığı bileğini havaya kaldırıp Ayaz'a gösterdi. Ayaz Anıl'ın bileğine sanki öylesine bakıp sonra çekip gidecekmiş gibi dümdüz bir bakış attıktan sonra bir anda çocuğun bileğini tuttu ve kıracak gibi çevirip Anıl'ı dizlerinin üstüne çöktürdü.

Anıl'ın acı dolu bağırma sesleri yüzünden tüm sınıfların kapıları açıldı ve hem öğrenciler hem de hocalar koridora çıktılar. Ben ise çaresizce duvara doğru çekilip birilerinin Ayaz'ı durdurması için içimden yalvarmaya başladım.

Ayaz Anıl'ın kulağına doğru eğilip, "Senin gelmişini geçmişini sikerim!" diye tısladı sessizce. "Bağırmayı kes ve telefonda söylediklerini tekrar söyle şimdi!"

Anıl Ayaz'ın önünde dizlerinin üstüne çökmüş halde acı çekerken Ayaz Anıl'ın bileğini biraz daha çevirdi geriye doğru. Anıl yüksek sesle haykırdı.

ZEHİR (1)Where stories live. Discover now