Bölüm 10.1

142 14 2
                                    

Blake gün içinde evinin konumunu atmıştı o yüzden evini bulmak zor olmadı. Yol boyunca pek konuşmadık, ben de dışarıyı izledim zaten. Kulaklığım bagajda çantamın içindeydi, ona o gece çok ihtiyacım olacaktı. Evi aslında biraz ıssız bir yerdeydi, iyi ki diğer gardiyanlar da bizimle geliyordu. Bir sorun çıkmasını tabii ki istemezdim. Ayrıca ıssız bir yerde olabilir ama oldukça büyüktü. Ön bahçede birileriyle muhabbet eden Blake'i gözüm hemen seçti. Arabayı park ettik. Christian gerçekten kibarlık konusunda kararlıydı. O kadar ki gelip kapımı açtı. Yine ben üçüncü tekerlek Rose Hathaway, Christian'ın koluna girdim ve ilerlemeye başladık. Blake 'İyi eğlenceler' bağırışından sonra kafasını yoldan tarafa çevirdi ve bizi gördü. Beni sadece bir kez Lissa ve Christian'ı ilk defa görüyor olmasına rağmen dostça yanımıza yaklaştı. 'Selam Rose!' dedikten sonra Christian ve Lissa'ya döndü. "Size de merhaba! Ben Blake." bu kadar dost canlısı davranmasının ardında bir şey aramalı mıyım bilmiyordum. Şimdilik sadece izlemeye karar verdim. Tanışma faslından sonra bize içeri kadar eşlik etti. Christian'la kokteyllerin olduğu masaya içecek bir şeyler almaya gittiler.
- İki gün sonra okul başlıyor Rose! İnanabiliyor musun? Sonunda yıllardır hayal ettiğimiz yere ulaştık!
- Evet Liss. Her şey tam da istediğimiz gibi.
Yalan.
- Her şey o kadar güzel ki! Umarım hep böyle kalır.
- Umarım, neredeyse mırıldanarak söylediğim kelime üzerine Blake ve Christian da geldi. Özellikle belirttiğim üzere alkolsüz bir içecek getirmişlerdi. Saati kontrol ettim. 21.40. Yavaş yavaş sıvışmam gerekiyordu. Üç saat. Üç saat sonra havaalanında olmam gerekiyordu. O üçü heyecanlı sohbetlere dalmışken telefonumdan Gps'i açtım ve havaalanıyla aramdaki mesafeye, yolculuk süresine baktım. Arabayla 45 dakika. Yani yarım saat- kırk beş dakika içinde ortadan kaybolmam gerekiyordu. Üzerimdeki parti görünümünü silmek için kendime verdiğim süreyle... Kendime bir bahane bulmam gerekiyordu. Biraz sohbete katıldım, Blake yanımızdan ayrılınca da aklıma gelen klişe fikri uygulamaya karar verdim. Üzerime içecek dökülecekti ve şansa bakın ki her zaman bagajda yedek kıyafet olur. Her neyse, zaten bende benden şüphe etmeleri için bir sebep yoktu. Masadaki bardağı elime aldım ve ups! "Tanrım!" diye bağırdım, gerektiğinde güzel rol yapabiliyordum. "Yanlış hatırlamıyorsam bagajda antrenman için bir çantam var. Ben hemen üzerimi değiştirip dönerim, keyfinize bakın!" Zaten ikisi de bir miktar uçmuştu. Sadece kafalarını sallayıp dansa devam ettiler. Diğer gardiyanları buldum ve daha dikkatli olmalarını, üzerimi değiştireceğimi falan söyledim. Arabaya gidip çantamı aldım. Tuvalette sevişenleri kovaladıktan sonra kapıyı kilitleyip hızla üstümü değiştirdim. Elbiseye de veda edip çöpe attım. Üzgünüm pahalı elbisem, seni yük edemezdim. Aynada son kez kendime baktım, banyonun loş ışıklandırmasından mı bilmiyorum ama içimi bir hüzün kapladı. Umursamayıp derin bir nefes aldım. Kendimi motive etmeye çalıştım ama o da bir işe yaramadı. Çantamı sırtıma aldım ve kapıyı araladım. Görünürde ayık biri yoktu. Tek yapmam gereken gardiyanlara gözükmemekti. Taksiyi giyinmeye başlamadan hemen önce çağırmıştım. Gelmiş olmasını umarak hızlı ve dikkat çekmeyen adımlarla kapıyı hedef aldım. Bilmem kaç kez ayağıma basıldıktan sonra sonunda kapıya gelmiştim. Bir sorun çıkmaması beni oldukça şaşırttı, genelde her problem beni bulur. Taksi tam zamanında sokağa giriş yapmıştı, dakikliklerinden ötürü tebrik ediyorum. Benim çağırdığımı anlaması için basit bir el işareti yaptım. Durur durmaz arka koltuğa geçtim ve gergince çantamı kucağıma koyup sıkmaya başladım. 'Nereye gidiyoruz?' dercesine baktığında hemen "Havaalanı." dedim. İlk basamağı geçmiştim. Ama bu her adımda zorlaşan bir oyun olacaktı. Kulaklığımı çantanın önünden aldım ve kulağıma yerleştirdim. Beni tek rahatlatacak şey müzikti. Belki de beni gaza getirecek bir şarkı açmalıydım, bilmiyorum. Hozier/Take Me To Church'ı açtığımda kendimi üzülmekten alamadım. Karanlıkta her şey hızlıca yanımdan akıp geçerken bir yandan güzel günler ve beni bekleyenler de aynı şekilde kafamda gerçekten bir film şeridi gibi akıyordu. Kendimden yeniden ve yeniden nefret ettim. Onu arkamda bırakıp gittiğim için kendimi asla affedemezdim. Her şey farklı olabilirdi, şu an o partide Chris ve Lissa'yla normal bir çift olarak takılabilirdik. Tamam, belki çok normal olamazdık ama en azından birimiz ölü olmazdık.
"The only heaven I'll be sent to
Is when I'm alone with you
I was born sick, but I love it
Commend me to be well
Amen, amen, amen.
(Gönderileceğim tek cennet
Seninle yalnız olduğum zamandır
Ben hasta doğdum, ama bunu seviyorum
Bana iyi olmamı emret
Amin, amin, amin.)
Ben daha önce öldüm, hasta bir ruhum var. Hep benim yanımda olacağını söyledi ve ben de buna güvendim, şimdi aklımdan tek geçen manyakça fikirler. Manyakça rüyalar, hayaller. Hepsinde başrol benim, her seferinde ölüyorum yeniden. Belki de ölen ölü kalmalıydı. Ama bir şekilde döndüm ve bu döngü devam edecekti, Dimitri'yi döndürecektim. Döndürmek zorundaydım, bu kadar bencilce düşündüğüm için üzgünüm ama onsuz yaşama fikrini değerlendirmezdim bile. Kız kardeşim, ailem dediğim arkadaşımı yine yüzüstü bıraktım. İkisinin de güvenini yine sarstım. Annemin bu konu hakkında yapacağı yorumlardan bahsetmiyorum bile. Ama her şeyi göze almıştım zaten. Eğer Dimitri dönerse, her şeyi bir şekilde telafi edecektim. Aksi takdirde... Umarım bunu yaşamak zorunda kalmazdım.
Havaalanının ışıkları karanlıkta birden gözümü aldı. İkinci adıma kendimi hazırladım. 'Yolculuk' bölümü diğerlerine nazaran sakin geçer diye umuyordum. Saati kontrol ettim, tam hesapladığım zamanda varmıştım. İşler sarpa sarmadan Lissa'ya mesaj atmalıydım. Sessizdeki telefonumu açtım ve gelen aramalara bakılırsa ortadan kaybolduğum fark edilmişti.
Gönderen: Rose
Alıcı: Liss
Lissa, çok özür dilerim. Hiç hesapta olmayan acil bir şey çıktı, açıklama yapmadan bir anda gittiğim için üzgünüm. Tehlikeli bir şey yok, aile sorunu diyelim şimdilik, döndüğümde her şeyi anlatacağım. Dönene kadar lütfen bana ulaşmaya çalışma. Benim için endişelenme, en kısa sürede döneceğim.

Muhtemelen endişelenip milyon kez daha arayacaktı. Yalanlarla dolu mesajımı tekrar okudum. Gerçek olan tek kısım üzgün olduğumdu. Bu kadar berbat bir arkadaş olduğum için çok üzgündüm. Ama her zamanki gibi aklımdan çıkardım. Parayı ödeyip kapıyı açtım. Yüzüme çarpan hava çok hoştu. O kadar ki, her şeyin harika olduğuna ve mutlu bir aile tatiline çıktığıma bile inanabilirdim. Tabii gözümü açtığımda yapayalnız olduğumu fark etmeseydim. Çantamı tek koluma geçirdim ve güvenlik kontrollerinden geçeceğim yere ilerledim. Havaalanına girmeden önce son bir derin nefes aldım.
Çok eşyam olmadığı için kontrolden hızla geçtim. Gümüş kazık içinse bir konuşma ve gardiyan olduğuma dair bir şeyler söylemem gerekti. Zaten hiçbir sorun çıkmayacağından emindim. Nedense şu problemler hep en saçma yerde çıkardı, uçağa kazık sokmak konusunda değil. Online check-in sırasına girdim ve uçağa alınana kadar oturdum. Telefonum çaldığında Lissa olduğunu düşünerek hemen kapatacaktım ki Abe olduğunu gördüm. Sesim yerine gelsin diye hafifçe öksürüp açtım.
- Alo?
- Selam Rose. Bir sorun çıkmadı değil mi?
- Hayır, hayır. Birazdan bineceğim.
- Güzel. Ben şey demek istedim...seni burada bekliyorum.
Bunu beklemiyordum. Sonuçta zengin bir adamdı, herhangi birini beni almaya yollayabilirdi. Veya başımın çaresine bakabilirdim.
- Teşekkürler ihtiyar, iki saat sonra oradayım.
- Ve emin olmak istedim. Bunu yapmak istediğinden emin misin? Çünkü ben pek sorumlu bir ebeveynmiş gibi hissetmiyorum.
Özellikle baba dememesi dikkatimi çekmişti.
- Hayır, inan bana öbür türlü daha da sorumsuz olurdun. Yani...bunu tek başıma yapsaydım.
Ve böyle duygusal bir modda olmasam asla söylemeyeceğim şeyleri söylemeye başladım;
- Belki hayatımın önemli kısımlarını kaçırdın. İlk adımlar, söylediğim ilk kelime, okulun ilk günü vesaire. Bunlar senin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama açıkçası ben hiçbirinde olmadığın için pek çok kez ağladım. Ama en azından maceralara atılma kısmında benimlesin. Her ne kadar içimde bazı şeyleri affedemesem de, ki bu senin umrunda mı bilmiyorum, beni yalnız bırakmadığın için mutluyum.
Bir süre kalakaldı. Ben de öyle.
- Tabii ki umrumda Rose. Ne kadar üzgün olduğumu tahmin bile edemezsin. Anneni suçlamak istemem ama seni benden sakladığı için çok kızgınım. Hayatımda yaptığım en güzel şeyi benden sakladığı için ona çok kızgınım. Ama bunları geldiğinde konuşuruz, dert etme. Ve kendini yalnız hissetme, bundan sonra yanında baban var.
Gözyaşlarım usulca akıyordu. Sesimin hemen saçma bir tona geçtiğinden emindim, öksürüp normal haline getirmeye çalıştım.
- Teşekkür ederim, gerçekten. Benim için çok anlam ifade ediyor. Şimdi uçağa biniyorum, orada görüşürüz.
- Görüşürüz, dikkatli ol.
Kabul etmek gerekirse, çok duygulanmıştım. Benim hakkımda böyle düşündüğünü bilmiyordum. Sadece kendini biraz suçlu hissediyordur sanmıştım. Belli ki yanılmışım, yılanın da duyguları varmış.
Sıraya girdim, hızlıca akıyordu. Biletimi gösterdim ve uçağa doğru yürüdüm. Yerimin cam kenarında olması hoşuma gitti. Kafamı yasladım ve önümüzdeki iki saat boyunca oturacağım yere iyice kuruldum. Filmlere baktığımda aralarında Western filmleri de olduğunu gördüm. Aklıma Dimitri'nin okuduğu 'kovboy' kitapları geldi. Her yerde onunla ilgili bir şey bulmak canımı yaksa da ona dair böyle şeyleri bilmek hoşuma gidiyordu. Belki filmde bir yerlerde de ondan bir parça bulurum umuduyla açıp izlemeye başladım.

Beğendiyseniz vote vermeyi unutmayın!

Vampir Akademisi FanFict. (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin