Bölüm 4

230 18 1
                                    

Güneş pencereden içeri inatla girmeye çalışırken ben de hala inatla uyumaya çalışıyordum. En son pes edip söverek doğruldum. Az eşyalı odamda göz gezdirdim. Beyaz ağırlıklı döşenmiş odada yatak, dolap, masa ve sandalye dışında çok az özel eşyam vardı. Her zaman yanımda olan fotoğraf albümüm gözüme çarptı. İçinde her zaman güzel şeyler vardı, ne zaman özlem duysam açıp bakarım; şimdiki gibi. Masaya doğru gidip yavaşça dokundum. En baştan bakmaya başladım. Albüm doğduğum günden başlıyordu. Annemin gülen gözleriyle bana bakarken ben de geleceğime inat çok huzurluydum. Galiba annemle tek fotoğrafımız bu, başka hiçbir zaman fotoğraf çekilecek kadar beraber olmadık. Ara sıra habersiz ve anlamsız karşılaşmalar hariç. Sırasıyla akademide ilk günüm, Lissa'yla tanıştığımız gün ve en son Dimitri'yle kar tatilinde çekildiğimiz fotoğraf. Bu sırada Lissa geldi ve arkamdan o da baktı. "Uzun zamandır hiç fotoğraf eklemedin. Bugün çekilmeye ne dersin?" iyi fikir. " Sarayın yan tarafında çok güzel bir yer biliyorum. Kahvaltı yapıp gidebiliriz.". Fotoğrafın ne özelliği olacak bilmiyorum. Altına muhtemelen 'Rusya'dan döndükten sonra çıldırırken' falan yazmalıyım. Her neyse, açlıktan daha fazla düşünemiyorum.
Hava çok yakıcı değildi, aşağıdaki kafede kahvaltı yapmaya karar verdik. Christian da gelmek üzereydi.
- Günaydın gün ışığı! Gözünü açmaya ne dersin?
- Rose, lütfen. Bu saatte kahvaltı fikri ve yüksek enerji nereden geliyor? Umarım çok önemli bir şey olmuştur.
- Fotoğraf çekileceğiz sevgilim. Bir an önce uyan.
Tanıdığım uykuya en düşkün insan Christian. Sırf bu yüzden sabahları ona bulaşmamaya çalışıyorum. Tam bir 'gece yatmaz sabah kalkmaz' insanı.
- Ciddi olamazsın. Fotoğrafı günün herhangi bir saatinde de çekilebilirdik Liss. Ama her zaman uyunmuyor. Ve ben daha 5 dakika önce uyandım!
İkimi de onu ciddiye almadık; her sabahki agresifliği. Ve bu yaz sıcağında kapalı alanda oturmaktan nefret ediyorum. Ama iki moroiyle takılmak zorundaysanız güneşe çıkmak imkansıza yakın. Özellikle benim koruduğum gibi önemli bir kişiyse vücudunda bir kızarıklık bile olmaması gerekir. İşte bu yüzden sıcaktan ölmek üzereyim. Arka masada oturan, kahvesini içip kitabını okuyan Christian'ın gardiyanı da benimle aynı durumdaydı. Hemen bir dondurma sipariş ettim. En azından harareti alır.
Dondurmamı yedikten sonra biraz daha rahatladım. " Şu fotoğrafı çekip klimalı bir yere gidebilir miyiz?" fazlasıyla bıkmıştım. " Tamam çekelim. Ben de bunaldım." Lissa'nın da benimle aynı durumda olduğunu hissedebiliyordum.
- Christian sen diğer tarafa geç.
- Hayır hayır. O tarafta dur. Ya da aramıza geç.
- Tanrım! Geçebilme ihtimalim olan alt tarafı üç yer var, artık karar verir misiniz?!
Evet bu sinir bozucu 'kim nereye geçecek' tartışmasına ben de katıldım. Ama güzel bir fotoğraf olmasını istiyordum. Sonunda sırasıyla ben, Christian ve Lissa ağacın altında sıralandık ve Jess- Christian'ın gardiyanı- bizi çekti.
Çıkan fotoğrafı sallarken bu poloraid kameranın benim ihtiyara ait olduğu aklıma geldi. Tabii ben bu sene tesadüfen onunla tanışana kadar onun babam olduğunu bilmiyordum ama her neyse. Zmey. Sanırım annemin sıkı duruşunu ve babamın lakabını düşünürsek benim böyle olmam çok da tuhaf değil. 'Babam' kelimesini düşününce garip hissettim. Ama onun beni düşününce garip hissettiğini sanmıyorum. Hatta aklına bile gelmiyor olabilirim. Moroi erkekleri ve dhampir kadınları arasındaki ilişki genelde bu şekilde olur. Bir çocuk olana kadar takılırlar ve sonra adamlar bir daha ortaya çıkmaz. Geride kalan kadınlar da çocuklara bakıp bir yandan görevlerini yaparlar. Ve çoğu ömrü boyunca o adamda takılıp kalır. Aynı annem gibi. Babama hala aşık olduğunu geri döndüğümdeki konuşmasından anladım. Ondan bahsederken bunca yıla rağmen hala gözlerinin içi gülüyordu. Ama fark edileceği üzere bazı kadınlar çocuklarına ağırlık verirken bazıları da işine odaklanır. Olena Belikova ve annem Janine Hathaway gibi. Dimitri'nin annesi de çok güçlü bir kadın ve çocuklarını her şeyden önde tutuyor. Ama her nedense annem bunu seçmediği için ona kızamıyorum. Onu işi mutlu ediyorsa buna devam etmeli. Eskiden olduğu gibi bencil olmadığım için çok minnettarım. Beni küçücük bir çocukken akademiye bıraktığı için ona kızıp kin tutuyordum. Belki de tek sebebi babamın hatırasına bakmaya dayanamaması ve çocuk sahibi olmaya hazır olmamasıydı. Artık kesinlikle onu anlıyorum.
- Hey Rose! Nereye daldın yine, gel de fotoğrafa bak. Harikayız.
Gerçekten güzeldi.
- Evet çok güzel. Hevesinizi kırmak istemem ama artık gidelim mi? Birazdan buharlaşacağım.
- Lissa bu kadar memnun olduğuna inanamıyorum. Bir moroi olarak hiç mi şikayetin yok?
- Siz anın tadını çıkaramıyorsanız ben ne yapabilirim?
- Ah tamam prenses, özlü sözlere ölmek üzere olmadığım bir zamanda devam edersin.
Dil çıkarıp güldü ve gölgeden çıkarken şemsiyesini açtı. Bizden bir iki adım önde gidiyordu ve o sırada Christian'ın ona bakışını gördüm; Lissa çok şanslıydı.
Okulun olmaması bir boşluk yaratsa da bir o kadar da güzel. Yoksa okul varken havuza gitmemiz mümkün olur muydu? Sıcaktan bunalınca kapalı havuz güzel bir fikir gibi geldi. Sarayın tek sevdiğim yönü bu sanırım; spa, masaj, sauna, havuz... Bu kompleksi tek güzel yanı. Onun dışında entrika, yalan, pis insanlarla dolu. Ama zaten beni ilgilendirmiyor. Kraliyet bilmem nesi olmadığım için çok mutluyum. Kesinlikle manyak olur çıkardım. Tabii leydi falan olmayınca da manyak olup çıktım ama her neyse. Yüzücü mayomu ve gerekli minimum eşyayı aldım. Aşağı indiğimizde tek tük insan vardı. Bu insanlar cidden değişik. Bu havada...
- Yüzmeyi biliyor musun Rosie?
Ha ha ha.
- Ben öldürmek için egitildim küçük moroi, eminim bir havuzu halledebilirim.
- Yarışa ne dersin?
Okula başladığımdan beri alıştığım bir şey; yarışlar. Her an yarıştırıldık.
- Peki ateş çocuk. Lissa üçe kadar say.
Zaten tam kenardaydık. Atlamaya hazırlandım.
- 1...2...3!
Üçü duyar duymaz atladım. Birden suyun soğukluğuyla irkildim ama kendimi çekmedim. Hızla kollarımla suyu iterken ondan önde olduğumu biliyordum. Gözlerim yansa da suyun altında açık tutmayı seviyordum. Derinlik algım ne kadar yerinde bilmesem de duvara varmama daha vardı. Ciğerlerim hava için yalvarıyordu ama yüzeye çıkmadım. En son elimin duvara değmesiyle yukarı çıkıp derin bir nefes aldım. Christian hala gerideydi. Kolumdan destek alıp kenara oturdum. O sırada o da çıktı.
- Sen... Ah... Oksijen.
- Benimle yanlış kulvarda yarışıyorsun ateş çocuk.
Çıkıp yanıma oturdu. Nefesini düzenlemişti.
- Evet, seçimimi yanlış şeye kullanmış olabilirim. Ama burada bitmedi Hathaway.
- Beni yakmaya kalkmadığın sürece varım.
Sonra Lissa da bize katıldı ve sohbet ederek yüzdük. Benim için suda kalmanın ölçüsü ellerim buruşana kadardır. Buruşmaya başlayınca çıkalım dedim, haliyle sebebine bir süre gülündü.
Şezlonglardan birine kendimi attım ve uzandım. Sudan çıkınca başımın dönmesini çok seviyorum. Bir süre bu hisle uzandım. "Acıkmadınız mı?" Lissa'nın sorusu üzerine çok acıktığımı fark ettim. "Hem de nasıl!" birden anlamsızca heyecanlandım. Christian bir el işaretiyle görevliyi çağırdı. Patates, hamburger, soğuk çay tarzı şeyler söyledikten sonra ellerim titreye titreye beklemeye başladım. Acıkınca titreme gelir hep.
Acıkmam da dahil olmak üzere her şeyi ani ve abartılı yaşıyorum. Sanki... depresyondayım? Eğer akademide olsaydım muhtemelen beni oradaki psikiyatriste sürüklerlerdi. Bunun hoşuma gitmediğini sanıyordum ama birinin benim için endişelenip çabalaması güzel bir şeymiş. Şu an kendimden kendim sorumluyum. Ve bu çok yalnız hissettiriyor.
Aynı şekilde Lissa'dan da böyle duygular seziyorum. Uzun zamandır Ruh'u kullanmadığı için yine aynı duruma gelecek. Bu sefer böyle olmamalı. Kullanmadığı sürece neler olacağını çok iyi biliyorum. Bu konuyu Christian'la konuşmam gerekiyor. Sonra belki bir ümit Adrian'a ulaşabilirsem.
Yemekler geldiğinde mutluluktan tüm fikirler kafamdan uçtu. Büyük bir zevkle yedim. Yemek yemek çok güzel şey. Bir daha da havuza girmeye hepimiz üşendik o yüzden toparlanıp gittik.
Odaya girerken kendimi bir yalan atmaya hazırladım. Liss'in haberi olmadan onunla konuşmam gerekiyordu.
- Liss sanırım ben daha fazla eşyayla gitmiştim.
- Emin misin? Neyini unuttun?
- Ah tamam hatırladım. Bileğimde bir halhal vardı, masada unutmuşum. Alıp geliyorum hemen. Julian burada zaten, endişelenmene gerek yok.
Julian Lissa'nın diğer gardiyanıydı. Kendi başına takılmaktan daha çok hoşlanırdı ve sadece başıyla onayladı.
- Tamam sorun değil, ben de duş alacağım zaten, görüşürüz.
- Görüşürüz.
Kendimi biraz kötü hissettim ama dediğime inandı. Christian'ı aradım ve tek başına lobinin arkasına inmesini söyledim. Tamam tek başına in diyince biraz mafya gibi konuşmuş oldum ama gardiyanının dahi bilmesini istemediğim özel bir konuydu.
- Rose neler oluyor? Bir sorun mu var?
- Bariz değil ama olası bir sorunumuz var.
- Hadi şifreli ve imalı konuşmayı kes. Ne oldu?
- Ah, tamam. Bugün Lissa'da değişik bir şey hissettim-
- Ne, o iyi mi?!
- Çeneni kapatırsan öğrenmek üzeresin. Öncelikle sormam gerekiyor. Ne zamandır Ruh'u kullanmıyor?
- Bir saniye, düşünmem lazım. Hmm, sanırım Adrian gittiğinden beri.
- Biliyorsun, kullanmadığı zaman biraz... değişik oluyor. Açıkça söylemek gerekirse, depresyon ve sonrasında kendini kesiyor. Bunları zaten biliyorsun. Depresyonda olduğunu hissetmeye başladım ve bu beni korkutuyor.
- Yani çalışmaya geri dönmesi gerekiyor. Bunun için beraber çalıştıkları bir adam vardı. Sanırım onu tekrar buraya getirebiliriz?
- Eğer bırakma sebebi Adrian'ın olmamasıysa bu çok basit olur, ama gerçekten öyle olduğundan emin misin?
- Her şekilde onunla konuşmak zorunda kalacağız. İşler daha da kötüleşmeden halletsek iyi olur.
- Tamam o zaman. Bu akşam yemeğinde onunla konuş.
- Bence sen de orada bulunmalısın...
- Hadi ama itiraf et. Sürekli yanınızda olmadan bu kadar mutlu olamazsın.
- Bazen yalnız kalmak istediğim doğru ama hayır Hathaway, rahatsız değilim.
- Neyse ne, sürekli üçlü gezemeyiz. Ben diğerleriyle birlikte olacağım ve siz de bunu konuşacaksınız tamam mı?
- Tamam. Umarım basitçe çözeriz.
- Umarım. Yemekte görüşürüz.
- Görüşürüz.
İçimden bir his Adrian'la alakası olmadığını söylüyor ama umarım yanılıyorumdur...

Vampir Akademisi FanFict. (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin