"Zorunda olduğun şey neydi?"

"Onu öldürmek."

"Neden?"

"Pars için."

 Önden gelen sesle kafasını çevirdi.

"Şimdi nereye gideceğiz?"

"Önce avcılara gidelim. Derin konuşur."

 Böylece evime doğru yola koyulduk. Direksiyondaki Arel olunca, hızlı olmamak söz konusu değildi. Vampirler içeri girme konusunda biraz çekinselerde, ben avcıları çağırırken onlar da salondaydı. 

 "Biliyorsunuz ki, bizim dünyamızda insanlığın başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi geliyor. Kavimlerin savaşı başlıyor." 

 İleri-geri yavaşça yürümeye başladım. 

"Her ne kadar buna iki kavimin savaşı desek de, bizim rolümüzü düşmanımız bile görmezden gelemez."

"Uzatmayı sevmiyorum. Hep bildiğiniz gibi, size güveniyorum."

 Yüzleri inceledim. Bu kalabalık aileye sahip olduğum için gerçekten çok şanslıydım. Diğerleri konuşmaya çalışırken, köşeye geçtim. Onları izlerken, Pars'ın bana doğru yürüdüğünü fark ettim.   Sadece kollarımı ayırabilmiştim.

Sonra sarıldı.

Ben şaşkın halde kollarımı sonradan dolarken, o fısıldadı.

"Seni seviyorum."

Önce onun gözlerine bakarak gülümsedikten sonra gülen başkasıyla karşılaştım.

Okan.

                         *****

 Odama çıktığımda, kapıyı kapatamadan onu gördüm.

 Siyah karga.

 Bileğine bağlı şeyin ne ile ilgili olduğuna dair en ufak bir şüphe yoktu.

 Maske ve mesajları.

Bu sefer hırsla pencereye yürüdüm ve notu aldım. 

 "Uyku Derin.

  Çok büyük, çok uzun bir uyku." 

 Sanki karşımdaymış gibi bağırdım.

"Yeter artık. Karşıma çık. Öleceksin Ural. Korkma artık."

 Karga, gözlerimin içine baktı.

Sonra uçup gitti.

                        *****

 Aşağı indiğimde, herkesin gözü merdivendeydi.

"Ege çağırıyor." 

 Ege'nin neden Alkim'e haber vermeyi tercih ettiği kafamı karıştırmıştı. Aslında, Ege'yi uzun zamandır görmüyordum. İnsan olmamda bana ettiği yardım, onu gözümde bir melek yapıyordu.

"Ege neler yapıyor?"

"O hep izler." Görkmen, onun en iyi arkadaşlarından biriydi. Söylenen adrese giderken, Alkim'in Ege ile arasında bir şey olup olmadığını sormayı uzun zamandır ertelediğimi fark ettim.

    Ege bizi yüksek bir yere çağırmıştı. Burada durduğumuzda tüm şehri sessizlik içinde seyredebiliyorduk. Aslında, çok huzurlu bir yerdi.

"Anlat bakalım." Ege herkesin karşına geçti, kollarını kavuşturup rahat bir şekilde konuştu.

"Uyku."

Söylediği kelime, donmama sebep oldu. Alçak bir sesle, "Nasıl yani?" diyebildim.

"Ne yapmak istedikleri veya ne saçmalık planladıklarını bilmiyorum ama uyku işin içinde."

 Kafanı çalıştır Derin, hadi.

Uyku ne olabilir? Uykuya yatacak olan ne? Veya...

Kafamı kaldırdım ve Ege'nin yanına, parmaklıklara koştum. Şehre dokunmak, erişmek, kurtarmak istedim. Herkesin hareketlendiğini fark ettim ama bu sefer kafamı gökyüzüne kaldırmadım.

Barlas küfretti. Sonra bir kez daha.

"Bu ne..." 

Gökyüzünden inen şey, tarif edilesi değildi.

 Basitçe bir örümcek ağı denilebilirdi. Ama her ipliğinden süzülen saf, berrak sesin mırıldanışı ve dümdüz bir şekilde iniyor oluşu onu muhteşem kılıyordu.

 Bu sefer küfürler arttı.

"Uyku." Alkim, hayran kalmış gibiydi.

"Uyuyorlar." Ağ, şehrin üstüne iniyordu. Dünyayı, savaştan hem koruyor hem de öldürüyordu. Sadece biz, savaşta rolü olanlar uyanık kalacaktı. Bir yanım rüya dolu sese kendini bırakıp uyumak, bir yanım hepsinin kanını okumun ucundan akarken izlemek istiyordu.

"Dünya uyuyor." Aden'in elini omzumda hissettim.

"Bizim perdemiz başlıyor."

                         *****

   Güneş ışığının henüz ulaşamadığı noktalarda yükselmeye devam ediyordu.

 Düşünmüyordu. Sadece istiyordu.

 Büyülü gözlerini kapattı. Şimdiden, gücünü; kutsal ögelerinin hazzını parmak uçlarında duymaya başlamıştı. 

 Artık gülümsüyordu.

BALIN (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now