13.BÖLÜM:PANZEHİR

23.5K 1.4K 56
                                    

Sonsuz gizem ve karanlık.
Hayatımın özeti pek keyif vermiyor, biliyorum. Bazen derin bir uykunun içinde olduğumu, ailemin ölmediğini, bunun da bir rüya olduğunu düşünüyordum. Öyle şeyler yaşıyordum ki bunlar ancak efsaneden ibaret olabilirdi. Fantastik bir filmin başrol oyuncusuydum ve benim bundan haberim yok muydu? Yoksa komadaydım da bunları hayal dünyamın içinde mi yaşıyordum? Aslında hepsi gerçekti ama öyle şeyler yaşıyordum ki inanmak istemiyordum. Neden her şey güzele giderken bir anda mahvoluyordu? Şu an neden hepimiz perişan bir halde buradaydık? O kaza... Nasıl olduğunu öğrendiğimden beri iyi değildim. Benim yüzümden Pars şu an o yatakta yaşamaya çalışıyordu. Ve benim canım yanıyordu. Gözlerimi kapattım.
Kaza anı...
Parstan
"Pars!"
Kafayı yemek üzereydim. Derin'in sesini duyuyordum ama hangi yöne gidersem gideyim bir türlü onu bulamıyordum. Gaza basıp ters yönde ilerlemeye başladım. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu. Sesini kafamın içinde duyuyormuş gibi hissediyordum. Sinirlenip gaza daha fazla bastırdım. Bir anda önüme fırlayan geyikle direksiyonu kırıp kontrolü kaybettim. Bilincim kapanmadan önce hissettiğim son şey kafamdan akan kan ve bana acıyarak bakan Areldi.
*****
Buğlem'in daha özel güçleri vardı. Dokunduğunda o kişinin geçmişiyle ilgili görmek istediği şeyleri görebiliyordu. Bir elini Pars'ın yarasına diğer elini de benim elimin üstüne koyunca o anın nasıl olduğunu görmüş olduk. Tabii bunu diğer arkadaşları içinde tekrarladı. Korkunç bir andı. Pars'ın kanlar içinde yatışını görmek kalbime hançer saplanmış gibi hissetmeme neden olmuştu. Arel... Benim sesimi kullanarak ona tuzak kurmuştu. Ama eğer Pars'a bir şey olursa onu ben öldürecektim. Yavaşça yatağın kenarına oturdum. Kurt adamların çabuk iyileşme güçleri yok muydu? Neden hâlâ yatıyordu? Kaç saatte uyanırdı? Yoksa Arel ona başka bir şeyde yapmış ve yarasını daha kötü bir hâle mi getirmişti? Gözyaşlarım tekrar akarken kapının çalındığını duydum. Perihan teyze ve Alkim gelmişlerdi. Çok endişeli gözüküyorlardı. Teselli etmek için sarıldılar ama bir işe yaramıyordu. O uyanana kadar iyi hissetmeyecektim. Evde herkes çok üzgün ve dağılmış haldeydi. Onlara kalkıp bağırmak istiyordum. Pars'ın mutlaka iyileşeceğini söylemek istiyordum. Ama yapamıyordum çünkü gücüm yoktu. Bunu yapacak kadar güçlü değildim. Ağlamak istiyordum. Bu duygudan nefret ediyordum. Daha güçlü hissetmek istiyordum. Şu an bir savaş çıksa, vampirler eve saldırsa ne yapardım az çok biliyordum. Yardım için bağırırdım. Pars'ın adını haykırırdım. Hep yaptığım gibi. Kendimi koruyabilmek istiyordum. Başkasına ihtiyaç duymamayı. Gözyaşlarımı silerken duyduğum sesle elim havada kaldı.
"Benden kurtulmak kolay değil arkadaşlar. Hatırlatayım ben bir kurt adamım."
Hızla arkamı dönüp yatağa koştum. Yanına oturup yaralarına dokunmamaya çalışarak ona sarıldım.
"Sana bir şey olacak diye çok korktuk."
"Merak etmeyin o kadar da güçsüz değilim."
"Arel denilen pislik bunun hesabını verecek. Merak etme kardeşim."
"Cezasını hep birlikte vereceğiz."
Dinlenmesi gerektiğini söyleyerek zorla da olsa Pars'ı yatırdım. Şimdi intikam işleriyle uğraşacak değildi. Ama bu sefer tek değildi. Hepimiz onun yanındaydık. O uyurken ben de dışarı çıktım. Biraz hava almak için çıkmıştım. Buğlem'in endişeli çıkan sesiyle koşar adımlarla içeri girdim. Pars'ın yarası kanıyordu! Hemde çok fazla. Nabzı da yavaşlamıştı. Yerler tamamen kanla doluydu. Pars'ın abisi -adının Uraz olduğunu yeni öğrenmiştim- eğilerek yarayı inceledi.
"Zehir."
"Ne?"
"Yarasına zehir sürülmüş. Bu çok kuvvetli bir zehir. Onu geçirecek sadece bir çiçek var ama onu bulmamız imkansız."
"Bulmalıyız."
"Nasıl?"
"Mira ve Barlas siz Pars'ın yanında kalacaksınız. Ben, Buğlem ve Uraz çiçeği bulmaya gideceğiz."
"Derin sen ne dediğinin farkında mısın?"
"Farkındayım. Ölsün istemiyorsan çabuk ol."
Ok çantamı sırtıma takıp yayı elime aldım. Hızlı hızlı yürürken önüme kırmızı bir Porsche durdu.
"Yürüyerek asla vaktinde yetişemezsin."
Hemen arabaya bindim. Buğlem de eline hançer almıştı. O çiçeği kesinlikle bulmamız gerekiyordu.
"Nerede bulacağımızı biliyor musun?"
"Gölge dağlarının en büyük mağarasında."
"Peki. Arabayla nasıl çıkmayı düşünüyorsun?"
"Oraya kadar hızlı gitmek için arabayı aldım dağa arabayla çıkamayacağımı biliyorum bilmiş kız."
Bu çocuk neden Pars gibi değildi? Kardeşinin tam tersine gıcığın tekiydi.
Sessiz geçen bir yolculuğun ardından araba durduğunda kafamı kaldırınca gördüğüm manzara ağzımın ayrılmasına sebep olmuştu. Bu dağa nasıl çıkacak o çiçeği nasıl bulacaktık biz?
Arabadan inip yayımı elime aldım. Ok çantamı sırtıma takıp yürümeye başladım. Kendimi her an savaşa hazır bir savaşçı gibi hissediyordum.
Dağa tırmanmaya başlayınca savaşçı yanım pes etmeye başlamıştı bile. Bu iş hiç kolay olmayacaktı.
*****
Kaç saat olmuştu bilmiyordum ama ben yorgunluktan ölmek üzereydim. Buğlem ve Uraz'ın hiç yorulmaması beni daha sinirli yapıyor ve daha hırslı aramama neden oluyordu. O çiçeği bulana kadar pes etmeyecektim. Acaba şu an durumu nasıldı? Bunları düşünmek kafamı bulandırıyordu. Dağın tepesine baktım. Daha yukarılara çıkmamız gerekiyordu ve dağın üstünde kocaman bir sis bulutu vardı. Pes etmeyecektik. Hırsla tırmanmaya devam ettim. Taşlar gittikçe daha inceliyordu ve basmak zorlaşıyordu. Ayağım kayıp düşme tehlikesi atlatmaya alışmıştım. Uraz'ın sesiyle kendime geldim.
"Burası."
"Çiçek orada mı?"
"Mağaranın içine doğru ilerlememiz gerekebilir."
Kafamı sallayıp önden ilerlemeye başladım.
"Burada ne tür şeylerle karşılaşabiliriz?"
"Bilmiyorum."
Yayı elimde daha sıkı kavrayarak ilerlemeye başladım. Neyle karşılaşacağını bilmemek daha çok korkutuyordu insanı. Ama aklıma Pars geldikçe güçlendiğimi hissediyordum. Dikkatli bir şekilde ilerlerken önümden hızla bir şey geçti.
Korkuyla oku yaya takıp gerdim. Önüme bir şey çıktığı an oku fırlatmaya hazırdım.
"Onu sizde gördünüz değil mi?"
"Neden bahsediyorsun?"
"Önümüzden geçen küçük şeyden."
"Önümüzden hiçbir şey geçmedi Derin."
Gerçekten görmemişler miydi? Yoksa beni korkutmaya mı çalışıyorlardı? Zaten korkuyordum.
O sırada, Luna'nın karanlık bir noktadan beni izlediğini gördüm.
Üzerimde kırmızı ceketim vardı.
Arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. Onu takip etmem gerektiğini biliyordum.
"Sevgilin için böyle bir şey yapman çok hoş. Benim hiç olamadı."
Hâlâ yetimhanede karşılaştığımız gibi görünüyordu.
"Seni farklı halde görebilecek miyim?"
"Hala vakit var fakat o zaman kim olduğumu bilemeyeceksin."
"Nasıl yani?"
Ben durdum. O da eğilip köşedeki çiçekleri incelemeye başladı.
"İşte burada!"
Panzehir olacak çiçeği elime tutuşturdu.
"Ben isteyene kadar, bize dair hiçbir şey hatırlamayacaksın."
Yere düştüm. Soğuk ellerini alnımda tuttu ve zihnimden kendini silerken, nasıl bu kadar güçlü olabildiğini sordum.
"Ben Tanrıyım."
Bir şekilde bağlantılı olduğum küçük kız kayboluyordu.
Onu ne zaman bulacağımı bilmiyor oluşum kalbime bir bıçak gibi saplandı.
*****
Arkadaşlarım koşarak yanıma geldiler. Oradaydı Pars'ı iyileştirecek çiçek. Oradaydı panzehiri...
Uraz onu dikkatli bir şekilde alıp taşımaya başladı.
Mağaradan hızlı bir şekilde çıkıp dağdan dikkatli bir şekilde indik. Arabaya binince çiçeği ben elime aldım Uraz da gazı kökleyerek eve doğru sürdü. O kadar hızlı kullanmıştı ki kısa bir sürede eve varmıştık.
Koşar adımlarla içeri girip panzehiri hazırlamayı bildiği için çiçeği Barlas'a verdik. On dakika içerisinde panzehir hazırdı. Yarasına dikkatli bir şekilde sürüp beklemeye başladık.
"Derin."
"Efendim?"
"Bu panzehirin işe yarayacağından emin değiliz."
"Nasıl emin değiliz? Yaramak zorunda!"
"Her şey yeni başlıyor ve ben onsuz devam etmeyeceğim.

BALIN (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin