-44.BÖLÜM-

651 44 6
                                    


Bu yapmacık tavrı öfkemi daha da arttırmıştı. Ne demek Alper bana oyun oynamış! ''Ne saçmalıyorsun sen be! Hem senin hiç işin gücün yok mu benim sorunlarımı sorun edinmişsin?! Noluyoruz yani!''

''Saçmalık değil. Sadece ortak düşmanlarımız var, bunu anlatmaya çalışıyorum,''

''Alper benim düşmanım değil anladın mı beni! İnanmıyorum ben sana be!''

Eliyle kapıyı gösterdi. Ben ne kadar öfke doluysam, o benim aksime çok sakindi. Bu davranışı beni deli etmişti. ''Bunu Alper'le konuş,'' dediğinde hışımla kalktım sandalyeden. Ona tiksinici bakışlarımı gönderdim, ''Bu sıcak havada takım elbise giymen seni adam mı yapıyor şimdi,'' yapmacık bir şekilde gülümsedim. ''Komiksin Yağız,'' diyerek kapıya yöneldim. İçimden söylenmelere devam ediyordum.

Kapıdan çıktım ve merdivenlerden hızlı adımlarla indim. Tam çıkış kapısına ulaşıyordum ki ayağıma küçücük bir kız çocuğu sarıldı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Şaşkın bakışlarımla ona bakarken, o küçücük dudaklarıyla sevimli bir şekilde gülümsedi, ''Anne!''

Neden bana anne diye seslendiğini anlamasam da dizlerimin üzerine çöktüm ve o minnacık ellerini tuttum. Deniz mavisi gözleri umutla bana bakıyordu. O kadar tatlıydı ki. Az önceki öfkem bir anda dinivermişti. ''Annem misin sen benim?'' diyerek küçük ellerini boynuma doladı. Annesi yok muydu bu küçük kızın? Hiçbir tepki vermeden bende ellerimi ince beline doladım. Öyle huzur kokuyordu ki bu küçük kız. Bir an uzun zamandır kaybettiğim huzurumu bulduğumu anladım. O kadar masumdu ki.

''Esra, nerdesin?''

Bizi kapıda karşılayan orta yaşlı kadın bize doğru ilerledi, gülümseyerek, ''Ah, kusura bakmayı efendim,'' dediğinde başımı sorun değil anlamında salladım. Küçük kız hala bana sımsıkı sarılmaya devam ediyordu. Esra, demek Yağız'ın kızıydı. Onun gibi sarışındı. Muhtemelen iki buçuk üç yaşlarındaydı. O kadar tatlıydı ki.

Ellerini boynumdan çekmeden o masmavi gözleriyle bana baktı. '' Bak Güloş sonunda annem geldi,'' yeniden bana sarılmasıyla, ne diyeceğimi gerçekten bilemiyordum. Umutla bakan gözlerini hüzne boğmak istemediğim için hala daha sessiz kalmaya devam ediyordum.

''Fındığım hasta değil miydin sen?''

Yağız'ın merdivenlerin başında bizi izlediğini gördüm. Gayet keyifli görünüyordu. Pislik, küçücük çocuğu kim bilir neden annesinden ayırmıştı. Ne hakkı vardı bu küçücük çocuğa anne hasreti çektirmeye? ''Baba bak annem geldi,'' derken gözlerinin içi parlıyordu yavrucağın. Beni annesi sanmasının sebebi neydi?

''Hadi, yatağa daha fazla hasta olmadan,'' Onun söylediklerini pek umursamıyordu. Bu beni sinir etmişti. Büyük bir ihtimal ben varım diye cevap vermek istemiyordu. Ayağa kalktım ve Esra'nın elini tuttum. ''Hadi seni odana götüreyim,'' diyerek onunla ilerlemeye başladık. Yağız'a bakmamaya özen göstersem de onun bana baktığını görebiliyordum. Geri zekalı!

Onu yatağına yatırdığımda hala anne diye sayıklaması onu daha fazla ümitlendiriyordu. Hele benim sessiz kalmam onu doğruluyormuş gibi oluyordu. Minnacık ellerini tuttum. ''Bak canım ben senin annen değilim,'' diye mırıldandığımda boynunu büktü. ''Ama ben birgün annemin geleceğine inanıyordum,'' Tebessüm etmeye çalıştım. ''Benim adım Didem, sen bana Dido de,'' Gülümsedi, ''Dido mu,'' Kıkırdadığında gülümseyerek başımı salladım. Sonra da dinlenmesi için onu bırakıp odadan çıktım.

Kapıdan çıktığımda Yağız'ın beklediğini gördüm. ''Yazık değil mi bu çocuğa! Onu annesinden ayırmaya hakkın var mı? Anne hasretiyle yanıp tutuşuyor çocuk!'' Kafasını sola doğru yatırdı. ''Bunlar seni ilgilendirmez. Git Alper'le konuş,'' dediğinde cevap vermeden hızla evden çıktım. Benim sorunlarım onu ilgilendiriyordu ama!

Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin