-16.BÖLÜM-

962 65 3
                                    


ALPER:

Onun bir işler çevirdiğini evden çıkarken Meryem teyze demesinden anlamıştım. Dört aydır birlikteydik ve hiçbir zaman o kadına teyze diye hitap etmemişti. Parmaklarını kemirmesi ve aceleyle evden çıkması beni iyice kuşkuya düşürmüştü. Odamıza çıktığımda telefonunun orada olduğunu gördüm. ''Salak telefonunu evde bırakmış,'' diye mırıldanarak telefonu elime aldım. Kilidi olmaması işimi kolaylaştırmıştı. Orospu çocuğu Mert'le konuştukları mesajları gördüğümde sinirden gözlerim alev aldı. Gitme dediğim halde gitmişti, beni ne zaman dinleyecekti bu kız?

Bu şerefsizin evinin nerede olduğunu bilmediğim için Miraç'ı aradım. Bana yardımcı olacak tek kişi oydu belki de.

''Ne oldu Alper?'' diyerek açtı telefonu. ''Mert'in adresini ver bana,'' dediğimde bir süre cevap vermedi, ''Sorun ne?'' diye sorduğunda olanları özet geçince hemen adresi verdi ve kendisinin de geleceğini söyleyerek telefonu kapattı. Hemen arabama atladım ve Miraç'ın verdiği adrese doğru yol aldım. Geri zekalıydı bu kız, gerçekten öyleydi. Ne diye sözümü dinlemiyordu, neden kardeşlerine gözü kapalı inanıyordu. O Mert şerefsizi onu kaçırabilirdi. Dün gece telefonla beni aradığında niyetini belli etmişti zaten yeterince. Didem'i çok sevdiğinden bahsetmişti, benim onu hak etmediğimden bahsetmişti. Söylediklerinin hiçbiri umurumda değildi ama ona zarar vermesine de izin veremezdim.

Adrese geldiğimde evin tam bir virane olduğunu gördüm. Buralarda yetişmiş başına buyruk bir adamın ne yapacağı belli olmazdı. Arabadan indiğim sırada karşı taraftan Miraç'ın koşarak yanıma geldiğini gördüm ve bekledim. En doğrusu onunla beraber girmekti. ''Hadi girelim,'' diyerek kapıya ilerlediğimizde Miraç kapının kulpunu çevirip açtı. Ne yani bu kadar basit miydi? Tuhaf gelse de umursamamaya çalıştım. İçeriye adımımızı atar atmaz, Mert'in o kaba bağrışmaları doldurdu kulaklarımızı.

''Utanmıyor musun kızım sen?! Onunla uyu, bununla gez, şuna sarıl! Ne demek lan bu kaşar mısın sen!''

Orospu çocuğu! Ona asla kaşar diyemezdi! Koşarak odaya girdiğimizde Didem'in üzerine çullanmış olan Mert'i hemen üzerinden çektim ve yumruk atarak onu Didem'in yanından uzaklaştırdım. Didem gözlerini kapamış, nefes almıyor gibiydi. Bu durum beni endişelenmiş olacak ki hemen elimi kalbinin üzerine koydum. Çok az atan kalbinin ritmiyle biraz olsun rahatladım ve onu kucağıma aldım. ''Didem iyi mi?'' diye sordu Miraç, bir yandan da Mert'i yumrukluyordu. Başımı salladım, ''Onu eve götüreceğim, sen bu piçi hallet,'' diyerek virane evden çıktım.

-

Doktor son kontrolünü de yaptıktan sonra evden ayrıldı. Boynunda hafif kızarıklıklar vardı. Çok acımış mıydı acaba canı? Onu en çok Mert'in söyledikleri acıtacaktı. Ondan asla böyle bir şey beklemediğini biliyordum. Uyarsam da beni dinlememişti ve ben yine haklı çıkmıştım. Telefonumun çalmasıyla uyuyan Didem'i yalnız bırakıp odadan çıktım.

''Efendim Ezgi,''

''Alper'cim nasılsın, görüşelim mi?''

''Şuan işim var Ezgi sana ayıracak vaktim yok,'' diyerek telefonu kapadım. Bazen sinirimi bozuyordu bu kız. Mutfağa ilerledim ve kahvemi içmeye başladım. Didem biraz uyusa iyi ederdi. Zaten yorgun düşmüştü hem ruhu hem de bedeni. Güçlü gibi görünmeye çalışsa da o kadar zayıftı ki. O kadar korunmasızdı. Bunu kendine yediremiyordu, dışarıya karşı ne kadar kurnazsa, kardeşlerine karşı o kadar saftı. Mert onun saflığını kullanmaya çalışmıştı. Ne demişti dün gece ''Sen onu tanımıyorsun,''

Belki de haklıydı ben onu tanımıyordum. Belki de tanımaya gerek duymuyordum. Onun hakkında bir şey biliyorsam o da canı acıdığında ona deli gibi sarılmamı isterken öptüğümde kendini daha iyi hissetmesiydi. Bunu anlayamayacak kadar kör değildim. Nazik bir bedeni, bedeninden daha nazik bir ruhu vardı. Küçücük yüreğine o kadar çok şey sığdırmıştı ki.

Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin