"Yarenim Beni Sakın Unutma!"

Start from the beginning
                                    

Irdın da, Yusuf haricinde hiç kimsenin beni göremeyeceği ve asla bulamayacağı küçük, lakin koca bir yer altından, aşağı doğru ilerleyip itina ile Yusuf'un odası bulup, sessizce kapıyı açıp içeri girdim, ardından dikkatlice etrafıma baktıktan sonra, kapıyı yavaşça kapatıp kilitledim..

Bu yer altını ilk bulan ben olmuştum. Bulduğum anda sadece Yusuf'a söylemiştim. O da hiç kimseye söylemem için beni iyice tembihlemişti. İkimiz dışında hiç kimse bilmiyor... Bu yer altını inşa eden kişi ise Hakan amcanın babası Sefer amca idi. Ve işin garip yanı bu yer altını kendi oğlundan bile söyleyemeden vefat etmiş. İyi ki de söylememiş. Yer altı dediğim yer; Irdının arka avlusunda gizlenmiş, küçük bir kapının ardında gizliydi. O da hiç görünmez öyle ki bazen orada bir kapı olduğunu dahi unutuyordum, zira kapının hemen üstünde dalgalanıp çınar açmış ağaçlar onun sırrına yoldaşlık edip, gizli olan kapıyı adeta daha gizli hale getiriyordu. Öyle küçük bir kapıydı ki bir çocuğun rahatlıkla geçip, bir büyük insanın meşakkatle geçtiği bir yer altı. 

İçeri girdiğim an birdenbire o küçük kapının ardandan, devasa bir yol ve gizli kapıları görmek her ne kadar alışmış olduğum bir hal olsa da, halen ilk gün gibi ürkmem ve de korkmam aynı idi. Birden çok gizli kapı ve birden çok kilitli sırlar. Hiç merak etmedim ve de kurcalamadım lakin yoldaş için aynısını diyemeyeceğim. Zira o tam bir merakçı ve gizlenmiş sırları ortaya çıkarmaktan büyük zevk alırdı. Gizli kapıyı ona söylememle aradan kısa bir zaman sonra benim deli yoldaşım, yer altında gizlenmiş kilitli olan tüm kapıları kırıp, tüm sırları bilen tek insan olmuştu. Irdını tanıyan en iyi insan! Burada bir çok odanın, öyle ki Irdın da şu an da kafasına yastığa koyan herkesin kapsının anahtarı vardı. Zira Irdında her odanın arkasında, duvara gizlice inşa edilmiş adeta görünmez bir bir kapı daha vardı. Her odanın iki kapısı vardı lakin hiç kimse bunu fark etmemişti. Etmemeleri bittabi normaldi, zira mimarı öyle muhteşem inşa etmişti ki; eğer gizli yolu bulmasaydım ikinci kapının olduğunu bende bilmeyecektim. Yer alrı böyle bir yerdi işte.

Öyle ki çok şanslıydım, zira yoldaşın odası hemen giriş bölümde olduğu için hiç tırmanmadan kapıdan girer gibi rahatlıkla girebiliyordum.

Ve onu göründüm...

Kalbim dört nala çarpıp, koşmaya başladı.

Hayatın ne demek olduğunu bir ara unuttum, ne için yaşadığımı bile unutmuştum. Sahi ne için yaşıyorum ben? Neden o yokken ben bu kadar rahatım. Ben değişmiştim, doğru senin yanına gelmeyecek, seni unutacak kadar değişmiştim.

Gülüşünü, bakışını, sesini, boyunu, bana ninni söyleyişini, her kızdığında kafama vuruşunu, 'Yarenim' deyişini unutacak kadar değişmiştim.

Sahi son sözlerin bile unutacak kadar değişmiştim.

Yazıklar olsun benim gibi dostluğa...

"Yarenim, şu fanı dünyada herkes beni unutsun ama sen beni unutma. Yarenim, beni sakın unutma.!"

Yaşayan bir ölüydüm ben, eğer seni unutmuşsam yoldaş ben zaten ölmüşüm de haberim yok. Gözyaşlarım yanaklarımdan aşağı usulca akarken, sessiz adımlarla kendimi yoldaşın kollarında buldum.

Öylece yatıyordu endamı ile. Sessizce ellerimi dudaklarıma götürdüm. Onu bu halde görmemle içimde tuttuğum yangın sessizce alevlenmeye başlamıştı. O kalem gibi çizilmiş pembe rengi dudakları solmuş, onun yerine kan donduracak solmuş ve karanlık mora bürünmüştü dudakları, gözlerinin altı mosmor, onca karanlık renge inat yüzü ay gibiydi, tüm vücudu bembeyazdı. Buz gibiydi bedeni, yüzü, elleri... 

"Yoldaş, yoldaş kalk."

Hıçkırıklarım boğamıza düğümleniyordu. Kalbim niçin bu kadar acıyor?

"OBADAKİ AŞK..." Where stories live. Discover now