''Açsana şu kapıyı!'' diye bağırdım, sinirlerime hakim olamıyordum. ''Sana ne, açmayacağım işte! Git!'' diyerek bağırdı, benim gibi. Kapıyı zorlamaya başladım. ''Ne demek sana ne lan, karımsın benim!''

''He, işine gelince karın oluyorum öyle mi, sen benim kocam değilsin ama!''

Sen benim kocam değilsin, bu kız ne yapmaya çalışıyordu cidden? Amacı neydi yani? Son sözü beynimde dolanıyorken şeytanın sözüne kandım ve bir tekmede kapıyı kırdım. Didem'in korkmuş suratını görünce gülmek istedim ama yapamadım çünkü o korkan gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ne kadar sinirli olsam da dayanamadım ve yanına ilerledim. Onun gibi bende yere çöktüm, ''neden ağlıyorsun?'' diye sorduğumda gözlerini devirdi. Bende sinirle bağırdım, sabır taşım çatlamıştı.

''Neren ağrıyor amına koyayım neren?! İlla sorunca mı cevap vereceksin!''

''Karnım ağrıyor, neden anlamıyorsun be mağara adamı mısın sen? Kız kardeşin yok mu senin geri zekalı!''

Şimdi anlamıştım, hastalığını. Biraz geç olmuştu ama ben nerden bilebilirdim böyle bir şey olduğunu. Ne diyeceğimi bilememiştim, ben Zeyno'yla uzun süredir aynı evde bile kalmıyordum. Nerden bileyim böyle şeyleri! Ne yapmam gerektiğini hala bilemediğim için ilk işe gözyaşlarını silmekle başladım. Masum çocuklar gibi yüzüme bakmasına dayanamadım ve gülümseyerek onu kucağıma aldım. Bu sefer izin vermişti, yavaşça onu yatağa taşıdım.

Üzerini örttüğümde yine cenin pozisyonu aldı. Üşüyordu büyük ihtimalle, yavaşça saçlarını okşamaya başladım. Acıdan gece uyuyamamış olmalıydı, gözlerini kapadı. Biraz uyuması gerekiyordu belki de. Bir süre saçlarını okşadıktan sonra uyuduğunu anladım. Ne yapmam gerektiğini bilmediğim için yanağına bir öpücük kondurdum ve salona indim. Elime telefonumu aldım ve araştırmaya başladım, kadınlar hasta olunca ne yapmak gerekir?

Ulan doğru düzgün hiçbirşey de yazmıyordu ki! En iyisi kendi işimi kendim halletmeliyim. Üzerime ceketimi giydim ve pastaneye doğru yürümeye başladım. Pek fazla çikolata sevmezdi Didem. Geçen Meryem teyzelerde söylemişti, tulumba tatlısını çok sevdiğini. Pastaneden bir kilo tulumba tatlısı aldıktan sonra markete girdim, cips, kola ne bulduysam aldım. Belki yemek isterdi. Her şeyden aldığımı gören kasiyer dikkatlice bana baktığını hissedince gülümsedim, ''karım için,'' dediğimde kadının yüzünün düşmesine bir anlam verememiştim doğrusu.

Eve girdiğim sırada ellerimde poşetlerle mutfağa ilerlerken Didem önüme geçti, iyileşmişti sanki. İki elini bel boşluğuna yerleştirerek kaşlarını çattı. Ne kadar çocuk olduğunun farkında mıydı acaba? ''Nereye gittin sen?'' diye sorduğunda omuz silktim. ''Seni ilgilendirir mi?''

''Neden ilgilendirmesin?''

Önünden geçerek mutfağa ilerledim. ''Ben senin kocan değilim ki, o zaman ilgilendirmez.'' Arkamdan geldi.''Hayır ben onu şakasına dedim, nereye gittiğin tabiki beni ilgilendirir.'' Gözümle elimdeki poşetleri göstererek poşetleri tezgahın üzerine koydum. Meraklı bir çocuk edasıyla hemen poşetleri karıştırmaya başladı. Tulumba tatlısı olan poşeti açtığında yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. O kocaman gülümsemesiyle dudağının kenarında oluşan çukuru gördüm. Orada uyumak istedim, orada yaşamak istedim. Küçük şeylerle mutlu olan biliyordu benim karım. Işıltılı gözlerini tatlıdan çekip bana çevirdi.

''Nerden öğrendin?''

''Neyi?'' diye sordum kaşlarımı çatarak.

''Tulumba tatlısına aşık olduğumu!'' diye çığlık çığlığa koştu ve sımsıkı bana sarıldı. Gerçekten benim karım küçük şeylerle büyük mutluluklar yaşayan bir melekti.

Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now