Kapının ardı ardına alacaklı gibi çalmaya başlamasıyla oturduğum masadan kalktım ve kapıya baktım. Üç tane öfke yüklü adamlar beni iplemeden içeriye girdiler. Endişelenmişlerdi, ''Didem nasıl?'' diye sordu Miraç. Yanlarına ilerledim ve salona geçmelerini işaret ettim. ''Doktor çağırdım şuan iyi, uyuyor.'' Diyerek onların kendilerini koltuğa atmasını izledim. ''Siktiğimin çocuğu,'' diye söylendi Bulut. Sinirden sol gözünün seyrediği apaçık belliydi. ''Kahve falan yapsaydın bu durumlarda ona iyi gelir.'' Dediğinde Cenk, başımı olumsuz anladım salladım.

''Ona şuan en kötü gelebilecek şey kahve,'' diye mırıldandım. ''Depresyona girmesini istemeyiz, zaten Mert itinin yaptığı şerefsizliği bir süre unutamayacak.''

''Haklı,'' diyerek yerinde doğruldu Miraç. ''Ben onu halledeceğim zaten,'' diye mırıldandı Bulut. Bu adama bu kadar özgüveni kim yüklemişti acaba? Kendine bu kadar güvenmesi saçma geliyordu.''Ulan kaç yıldır ağabeylerim demiş kız, adam gelmiş aşktan bahsediyor. Hem de evliyken!'' diyerek yerinden fırladı Miraç. Bu konu onu şoke etmişe benziyordu.

-

Herkes bir süre sonra işinin başına dönmüştü. Didem'in hala uyuyor oluşunu izlemek çok değişikti. Böyle sessiz, sakin, huzurlu bir uykudaydı sanki. Ama uyanınca bu uykunun huzuru kaçacaktı, boynundaki o parmak izleri geçinceye kadar kendini çok kötü hissedecekti. En önemlisi de Mert'in söyledikleri psikolojisini alt üst edecekti. Umarım bunu çabuk atlatırdı. Hiç beklemediği, kardeşim dediğinden kazık emişti ama zor da olsa atlatacaktı. Bu konu da ona yardımcı olmaya çalışacaktım. Bunu hak ediyordu.

Biraz kıpırdandıktan sonra gözlerini araladı. İlk önce korku doluydu bakışları, evde olduğunu hissettikçe gözlerindeki o korku dolu ifade yok oldu. Bir süre bakışlarını bir yerde kilitledi. Daha sonra yavaşça bana çevirdi, donmuş duygusuz bakışlar içindeydi. Oturduğum sandalyeden kalktım ve yanına yaklaştım, ben yaklaşmaya başlayınca geri kaydı yatakta. ''Gelme!'' diye bağırınca şaşkınca ona baktım. Düşündüğümden daha fazla etkilenmişti. Sakin olmasını ister gibi elimle işaret ettim ve yatağın ucuna oturdum. ''Geçti her şey,'' diye mırıldandığımda gözleri doldu hemen. O kadar masumdu ki şuan karşımda, ''B-ben ona kardeşim demiştim,'' diye kekeleyerek ağlamaya başladı. ''Koruyucum,'' diye mırıldanırken yüzünü avucunun içine aldı. ''B-ben hiç o gözle bakmadım ki ona,'' Yavaş hareketlerle ona yaklaştım ve saçlarını okşamaya başladım. Bunun ona iyi geleceğini biliyordum. ''Ağlama,'' diye mırıldandım. Ellerini yüzünden çekti, ''A-alper,'' burnunu çekti, ''S-sen mi kurtardın beni, öldürecekti-''

''Şş'' diyerek sözünü kestim. Daha fazla korkmasını istemiyordum. ''Şimdi iyisin, boş ver gerisini,'' dediğimde eli boynuna gitti, ''Çok acıyor,'' diye mırıldandı, ''Gel,'' dedim kollarımı açarak, ''Ben korurum seni,'' Bundan destek almışçasına tebessüm etti ve kollarını sıkıca boynuma doladı. Ellerimi sırtına koyup koymamak arasında savaş verirken bedenini çekti ve bakışlarımızı birleştirdi, ''Çok korkuyorum, sarılsana bana,'' bu masumluğa dayanamadım ve kollarımı o küçük bedenine doladım.

Çaresiz gözükmesini istemiyordum, çünkü artık o da Arslan soyadını taşıyan biriydi. Arslanlar kendini asla kendini çaresiz hissetmezdi. Onun da kendine güvenmesi gerekiyordu. On dokuz yaşında bir kız çocuğuydu daha o. Kadın olamazdı ki, ruhu hala çocuktu onun. Kadın olması için daha çok yol kat etmesi gerekiyordu. Kadın dediğin ulu orta ağlamazdı, güçlü olurdu. Şimdi ona sorsalar çok güçlüydü belki de ama güçlü olmak bunu gerektirmezdi. Güçlü olmak, gözyaşlarını saklayabilmekten geçerdi.

İpek gibi saçları vardı, kokusu bahar bahçesini anımsatıyordu. ''Bulut'u ara Mert'i döveceğim,'' dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. ''Saçmalama, buna izin vermem. Onun işini kocan olarak ben halledeceğim.'' Dediğimde burnunu çekti, bu tavırları bana Hazal'ı hatırlatmıştı. Gerçekten daha küçük bir kız çocuğuydu.

''Sen banyo yap güzelce rahatla, bende sana yemek yapayım,'' dediğimde şaşkınlıkla bana baktı. Neden şaşırdığını anlamamıştım. ''Bana acıyorsun,'' diye mırıldandığında cevap vermedim. Ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerlerken ''Yarım saate kadar işin bitmiş olsun,'' dedim ve odadan çıktım. Ona acımıyordum, korumak istiyordum sadece onu, korunması gerekiyordu. Kağıtta da olsa karımdı, bunu kendime sorumluluk olarak görüyordum. Bazen çok cadı oluyordu, o cadı halleri beni deli etse de hoşuma gidiyordu. Mesela Ezgi de böyle bir şey yoktu, o sadece bir sürtüktü, zevkinin peşinde olan duygularını ilk yattığı yatakta kaybetmiş zavallı bir kadındı. Ama Didem öyle değildi. Didem duygularına sahip çıkan, cadıydı. Bu halleri benim hoşuma gidiyordu.

Evde olanlarla ona yemek yaptım. Çok yememişti ama ilaç için bu bile yeterliydi. Masayı toplayıp, salona ilerledim. Koltuğa uzanmış gözlerini tavana dikmişti. Ayaklarını kaldırdım ve oturup, ayaklarını yeniden uzattım. Toplamaya çalışsa da izin vermedim. ''İstediğin bir şey var mı?'' diye sorduğumda sessizce başını olumsuz anlamda salladı. Ne düşündüğünü bilemediğim için bende sessiz kaldım. Bir süre sessiz kaldık.

''Dedem,'' diyerek yutkundu, ''Hastalandığı zaman yanımda sadece dört erkek kardeşim ve Meryem Sultanım vardı. Paramız olmadığı için kansere yenildi dedeciğim. Ölmeden önce, hepimizi bir yere toplayıp konuşmuştu, hiç unutmam söylediği sözleri,'' diyerek iç çekti. Sesimi çıkarmadan dinlemeye devam ettim.

'' 'Ben dünyadayken nasıl koruduysanız güzel torunumu, ben göçüp gittiğim zaman da öyle koruyun. Onun sizden başka kimsesi yok, siz onun abilerisiniz.' Demişti. O zamanlar daha yeni on sekizime girmiştim. 'Miraç, Didem en çokta sana emanet. Sen onun en yakınısın' demişti. Bunları Mert duymamış mıydı? Bana nasıl o gözle baktı bilmiyorum ama çok koydu Alper. Boşlukta hissediyorum kendimi, kardeşim sırtımdan vurdu. Ne yapacağımı bilmiyorum.'' Diye mırıldandı. Bir yandan da ağlıyordu, ağlama diyemezdim bu durumda, üzülme diyemezdim. Acısı tazelenmişti, ağlasın varsın.

'' Kaşar dedi bana, öz kardeşim bildiğim adam kaşar dedi. Öyle biri miyim ben, herkesin peşinde mi koşuyorum? Kendinin ne biçim bir şerefsiz olduğunu bilmeyen biri bana kaşar diyor.'' Güldü, ''O kadar safmışım ki...'' diye mırıldandı. ''Hastane de raporlarım karıştığı zaman hamile olduğumu söylemişlerdi ya, o zaman anlamalıydım niyetini. Neden bu kadar kızdığını çakmam gerekiyordu, ama ben geri zekalıyım hiç aklıma bile gelmedi.'' Diyerek yattığı yerden doğruldu ve saçlarını çekiştirmeye başladı, sanırım sinir krizi geçiriyordu.

Ellerini tutarak ona engel olmaya çalıştım. ''Bırak!'' diye bağırmasına aldırmadım, tutmaya devam ettim. ''Alper,'' diye mırıldandı, ''Ben ölüyorum...''

Sinirle soludum, bu kadar susmak bile fazlaydı, saçmalıyordu. ''Neden öleceksin Didem? Neden ha, sana kaşar diyen bir piç için mi öleceksin! Bırak ne derse desin, ne düşünürse düşünsün! Senin kılına bile zarar veremez o şerefsiz anladın mı!'' diyerek bağırdım.''Bana acıma!'' diye bağırdığında, sesimin ondan daha fazla çıkmasını sağlayarak bende bağırdım.

''Sana acımıyorum geri zekalı! Tamam, zor günler geçiriyorsun ama bütün suçu kendine yükleme! Sen Didem Melek ARSLAN'sın! Anladın mı? Sen benim karımsın, senin saçının teline bile zarar vermesine izin vermem ben!''

''Melek deme!'' diye bağırdı elleriyle kulaklarını kapatırken. ''Ne olursun Melek deme!''

''Neden?! İki tane ismin yok mu senin?!''

''Kapat çeneni, sus! Yeter ya yeter!'' diye bağırmaya devam ederken dayanamadım ve ellerini kulaklarından kurtarıp kendine çektim. Bu kadar acı çekmesini istemiyordum. Sıkıca sarıldım ona, acısını beraber yaşayabilmek için.

Neden sürekli kavga ediyorduk bilmiyorum. Neden hep birbirimize karşı ön yargılıydık, neden hep zıttık birbirimize? Hala hüngür hüngür ağlayarak bana sarılmaya devam ederken, ''İntikamını alacağım Meleğim, sana söz veriyorum ki alacağım.'' Diye mırıldandım, duygudan yoksun, net ses tonuyla.  

Kalp Kırıkları (TAMAMLANDI)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon