16. Bölüm: Hırs

67 7 0
                                    


Hazal aldı kalemi;

Karanlık ve rutubetliydi. Her girdiğimde başıma feci bir ağrı giriyordu. Tenim karıncalanıyor, huysuzlaşıyordum. Mahzenleri hangi insan severdi ki zaten? Kim burada huzurlu olabilirdi? Mahzenlerle ilgili iyi bir anım olmaması böyle yerlerden nefret etmemi sağlamıştı. Zaten kimin iyi anısı olabilirdi ki karanlık, rutubetli ve pis bir yerde? Sarayların, kalelerin metrelerce altında ki demir parmaklı odalarda kimin iyi anısı olurdu zaten!

Mahzenlerden nefret etmemin birçok sebebi var benim için. Mahzenle ilk tanışmam Harzem haramileri sayesinde olmuştu. Bir hafta kaldığım o hücrede ki tek ışığım Baybars'ın mavi gözleriydi. Bana umut vermişti o bir çift göz. Hâlâ o zaman edindiğim umutlara tutunuyorum zaten.

Mahzenlerle ilgili ikinci anımsa daha kötü, daha acımasız. Bahri ordusunun dağıtıldığı gecenin sabahı beni de yaka paça bir suçum olmadığı halde atmışlardı mahzene. Eğer Alamut Fedaileriyle yaptığım anlaşma olmasaydı çoktan ölmüştüm. Öldürülmemi en çok isteyen kişi Melike Şecered-dür'dü. Saraya geldiğim ilk günden beri benden hep nefret etmişti. Mahzende ki kötü günlerimden kalan birkaç kırbaç izi hala belimde duruyordu. Melike'nin imzası olarak belimi süslüyordu. Yıllar önce Reyhan'dan böyle bir izin korkusunu taşımamak için kaçmıştım ama buna benzer bir şey yine başıma gelmişti. Sanırım ne kadar kaçarsan kaç kader senin peşini bırakmıyordu.

Yedi yıl önce olanları düşünmek gözlerimin dolmasına sebep oluyordu. Aktay'ı canice öldürmüşlerdi. Arkasından haince vurmuşlardı. Sonra biranda bütün sevdiklerim, tanıdıklarım şehrimizden kaçmak zorunda kalmıştı. En sonunda mahzende eziyet gördüm ve Baybars'ı o gün kaybettim. En büyük düşmanlarıma yıllarca hizmet etmek zorunda kaldım. Ama artık bu kötü günler bitmişti. Bunların intikamı alınmıştı.

Mahzende ne kadar huzursuz olsam da güçlü görünmeye çalışarak dar koridorda yürüdüm. Demir, ortasında küçük bir penceresi olan bir kapının önüne geldiğimde durdum.

Ağalardan birine kapağı açmalarını emrettim. Kapının ortasında ki küçük kapak açılınca içeriye göz attım. Küçük bir meşale hücreyi yarım yamalak aydınlatıyordu. Şecered-dür yere oturmuş öylece duruyordu. Koyu mavi elbisesi kirlenmiş, üstünde ki incileri düşmüştü. Bütün takı ve kolyeleri elinden alınmıştı. Birkaç adım ilerisinde dün gece başına taktığı mavi tüyün biri yere düşmüştü. Şecered-dür'ün örgülerle topladığı saçı çoktan bozulmuştu. Açılan ve dağılan sarı saçları yüzünün önüne geliyordu.

"Şecered-dür." dedim soğuk bir sesle.

Başını benim olduğum yere kaldıran Şecered-dür yavaş bir şekilde ayağa kalktı ve saçını elini değdirmeden arkasına doğru savurdu. Bu kadar yıpranmasına ve saçının bozulmasına rağmen oldukça güzel ve asil duruyordu. Sanki bir Melike olarak dünyaya gelmişti. Ne olursa olsun asaletinden ve güzelliğinden ödün vermiyordu. Neredeyse kırk yaşına gelmişti ama hala otuz yaşında gibiydi.

"Efsan. Dün geceden beri kayıptın. Hele şükür çıkabildin. Neden çıktın? Bu halimi görüp zevk almak için mi? Eğlenmek, mutlu olmak için mi geldin!"

"Bana bu sözleri söylediğinize göre olan bitenden haberiniz var o zaman."

"Hayır. Hiçbir şeyden haberim yok. Kimse bana bir açıklama yapmadı. Ama tahmin edebiliyorum. Ne olduğunu düşünebiliyorum. Hem şu gözlerinde ki zafer ışığı, aldığın zevk her şeyi anlatıyor."

"Ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama kimseye suç atmayın. Yaşadığınız bunca şey sizin hırsınızın eseri. Bu kininiz, hırsınız ve iktidar tutkunuz sizin sonunuz olacaktı zaten."

Baybars Huşdaş (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin