6. Bölüm: Huşdaş

82 9 0
                                    


Yazar aldı kalemi;

Erkek çocukları küçük yaşta evleri olan Dest-i Kıpçak'tan koparılır ve Mısır'a köle olarak getirilir. Küçük çocuklar kulaklarında ninelerinin sözü, dedelerinin öğüdü ile büyüğü topraklardan çok şey öğrenmişlerdir. Bunlardan ilki ve en önemlisi Türk milleti asla esir olmaz. Olamazdı!

Doğan her Türk çocuğu önce destanlarını öğrenirdi. Yüce Hakan ay gibi parlak ve güzel bir hatunla evlendi. Hatundan kırk yiğit oğlu oldu. Kırk gün kırk gece bu olay kutlandı. Kırk yiğit dokuz yaşında kılıç kuşandı. Yüce Hakan kırk yiğidiyle kırk sefere çıktı. Seferlerinde bütün düşmanlarını yendi, kırk yeni yer fethetti. Türk halkı kırk yeni yere dağıldı. Burayı kendilerine oba, yurt yaptılar. Geniş ve bereketli toprakları olunca çoğaldılar. Daha da büyüdüler. Yüce Hakan yaşlandı ve bir gün uçmağa vardı. Ama arkasında güzel ve huzurlu bir ülke bıraktı. Halkı ve obası onun mezarına gelip ona dua ettiler. Onun adına kurbanlar kestiler ve yaptıklarını Bengü taşına yazıp yurtlarının en bereketli, en güzel köşesine bu taşı koydular. Obası da halkıda istediler ki bizden sonra gelenler hakanımızın yaptıklarını okusun buradan. Geçmişten ders çıkartsınlar diye Bengü taşını koydular meydana.

İşte bu çocuklar bu hikâyelerle büyümüşlerdi. Tıpkı hikâyede ki gibi dokuz yaşında kılıç kuşanmışlardı. Ama kader onları Mısır topraklarına getirmişti. Hakan'ın kırk oğluyla yaptığı kırk seferi dinleyen çocuklar köle olmuştu.

Köle olan erkek çocukları sıkı bir eğitimin ardından azat edilir ve orduya alınırdı. Orduya alınan her erkek azat edilirdi. Ravda adasında ki kışlalarda kalan bu azatlı askerlere Bahri Memlüklüleri denirdi. Bahri denmesinin sebebi kışlalarının nehirde ki bir ada da olmasındandır. Memlük ise Arapçada azatlı köle demektir.

Burada ki askerler ve komutanlar birbirlerine Huşdaş arkadaşım derler. Huşdaş azatlık arkadaşlık demektir. Beraber köle olup yine beraber azat olan bu arkadaşlar aynı kaderi paylaşırlar. Aynı orduda olurlar ve devletleri için ölümü bile göze alırlar. Beraber aynı savaşa giderler ve beraber şehadet şerbetini içerler. Ya da omuz omuza evlerine geri dönerler.

Huşdaş arkadaşların kaderi budur. Aynı kaderi ve sırlarını paylaşırlar. En güzel ve en kötü anıları beraber yaşarlar.

Birbirlerini kardeş olarak gören bu arkadaşlık ne zaman bozuldu işte o zaman Mısır'da huzur kalmadı. Herkes kendi kanında boğuldu kâğıtlar kül oldu ve sırlar unutuldu.

Memlük demek kölelikten Sultanlığa yükselmek demekti. Bunu ilk başaran ise Aybek'ti. Köle olarak girdiği bu saraydan bir Sultan olarak çıkmıştı. Ne zaman Sultan oldu işte o gün Huşdaş arkadaşları ile arası bozuldu. Çünkü Sultanların ve hükümdarların arkadaşları ve sırdaşları olmazdı. Çünkü dostum dediği ve sırrını açtığı azatlık arkadaşı onun iktidarında gölge oluşturmaya başlardı.

Oda bu saraya köle olarak gelmişti arkadaşları da. Kendisi Sultan olduysa arkadaşları neden olamasın ki?

Taht ateşten bir kalkandı. Seni her gün kül ederdi. Gerçekler herkesin canını yakardı ve Aybek'inde yakıyordu.

Aybek korkuyordu. Tahtını saltanatını kaybetmekten... Sultan'ken tekrar köle olmaktan korkuyordu. Ve yıllardır eşit olduğu arkadaşlarından daha üstün olduğu anda onların kölesi olmaktan korkuyordu.

Turan Şah'ın başına gelenleri düşündü ve irkildi. Çırılçıplak deniz kenarına atılan Sultan'ı düşündü. Daha dün önünde saygıyla eğilen askerler onu bir gün sonra öldürmüştü. Evet, o ölmeyi hak etmişti ama onun bunu hak ettiğine içinde kendinin de bulunduğu Memlukler karar vermişti. Peki ya yarın bir gün Memlukler onunda ölümü hak ettiğini düşünürlerse?

Karısı Şecered-dür haklıydı. Hüküm sürdüğü sürece ondan daha güçlü kimse olmamalıydı. İktidarını tehdit edecek kimse olmamalıydı. Herkes ona saygı duymalı ve önünde eğilmeliydi. Çevresinde ki insanlar arkadaşları değil kulları olmalıydı. Ancak bu şekilde uzunca bir süre iktidarını elinde tutardı.

İçini yakan bu durumu düşündükçe delirecek gibi oluyordu ve bir çıkış yolu bulamıyordu. Melike'sinin, sevgili karısının ona bir çıkış yolu bulacağını düşündüğü için bir gece onun yanına gitti. Melike turkuaz bir kaftan giymişti. Buğday sarısı saçlarına da turkuaz bir taç takmıştı. Saçlarını iri örgülerle örmüştü.

Aybek'i gören Şecered-dür onun önünde eğildi. Sonra ikisi sedirlere oturdular. Melike planının işe yaradığına sevinerek Aybek'e;

"Sizi düşünceli ve hüzünlü gördüm. Benim mutluluk sebebimi üzecek bir şey mi oldu?"

"Bir çıkış yolu bulamıyorum Şecered-dür."

"Çıkış yolu her zaman vardır canım Sultan'ım. Lakin bu biçare kulunuza bunu söylemezseniz ben nasıl bilirim ne olduğunu."

"Sen haklısın. Bahri Memlüklüleri özellikle Aktay benim için, iktidarım için büyük bir tehdit olmaya başladı. Ne yapmalıyım bilmiyorum."

"Aslında biliyorsunuz Sultan'ım ama dile getirmekten korkuyorsunuz."

Aybek sustu cevap vermedi ve Melike devam etti.

"Kan dökülmeden, biraz canımız yanmadan iktidarı elimizde tutamayız. Devleti yönetmenin birinci kuralı duygularınla değil mantığınla hareket etmendir."

"Yıllarımı beraber geçirdiğim arkadaşlarımı öldürmem gerekiyor öyle mi?"

"Öldürmezsen ölürsün!"

"Aylar önce Turan Şah'ı da bu söze göre öldürmüştük. Yine aynı şey başıma geldi. Bu sefer karşımda duran can bildiğim, kardeş bildiğim insanlar."

"Onların gözünde karısının her lafını dinleyen, siyasi işlerden anlamayan birisisin Aybek. Yarın bir gün devletin bekası için diyerek seni tahttan indirmeyecekleri ne malum?"

Aybek kararlı bir sesle; "Bunu nasıl yapacağım?" dedi.

Şecered-dür gülümsedi.

"Bahri komutanlarını öldürmeli ve sürgün etmelisin. Onları ihanet suçuyla dağıttıktan sonra Bahriler tarihe karışacak. Bu işten anlımızın akıyla çıktıktan sonra dağılan bu ordunun yerine yeni bir ordu kuracağız. Sana bağlı olan büyük bir ordu."

"İktidarıma gölge olmayacak bir ordu." diye tekrarladı Aybek sessiz bir şekilde.

Şecered-dür gülümsedi; "Bahri Memluklerini dağıtıktan ve ordumuzu kurduktan sonra uzun bir iktidar sizi bekler."

"O zaman hemen Aktay ve Baybars'a askerlerimi göndereyim ve onları öldürmelerini emredeyim."

Şecered-dür zümrüt yeşili gözlerini kocaman açarak; "Aman Sultan'ım sakın böyle bir hata yapmayın. Aktay ve Baybars durumdan şüphelenirse veya gönderdiğin askerin elinden kurtulmayı başarırsa Bahrileri toplar ve seni tahttan indirmeye çalışır.

"Peki, nasıl öldüreceğim onları!"

"Onları değil! Aktay'ı nasıl öldüreceğim demelisiniz."

Aybek; "İkisini aynı anda öldürmem tepkileri üstüme çeker. Sadece Aktay'ı ihanetle suçlayıp öldüreceğim ve Baybars'ı da sürgün edeceğim öyle değil mi?"

"Kule-i Ahmer kalesine Aktay'ı yemeğe çağırın. Kale burçlarına güvenilir bir okçu koyun ve o kaleye girmeden Aktay'ın canını alın."

"Yarın akşam bu iş bitecek."

"Aktay'ı öldürecek kişiyi güvenilir olmalı. Gözünü kırpmadan yapmalı bunu." dedi ve güldü Melike.

Aybek; "Yoksa aklında biri mi var?" diye sordu.

"Hem de öyle biri ki kimsenin aklına gelmeyecek." dedi.

Dest-i Kıpçak'tan koparılıp köle olan bu iki karı koca en dipten en zirveye yükselmişti. Bu iki karı koca tahttı bırakmamak için en yakınlarına, sırdaşlarına, dostlarına ve Huşdaş arkadaşlarına büyük bir tuzak kurmuştu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.


Baybars Huşdaş (DÜZENLEMEDE)Where stories live. Discover now