2. Bölüm: Meşakkat, Sabır ve Refah

169 9 2
                                    

Hazal aldı kalemi;

Demir ustası işini yaparken bende bir kenarda oturuyordum. Demir ustası bir ara bana döndü ve "Bunlardan yirmi taneyi bugün yapmam şart mı?" dedi.

"Vaktim yok. Biran önce onların elimde olmasını istiyorum."

"Ne kadar sabırsızsın. Mısırda yaşıyorsan sabrı öğrenmen lazım kızım."

"Sabırsız olduğumu söyleyemem ama Mısır'la ne alakası var sabrın?" diye tebessüm ederek karşılık verdim."

"Mısır'ın anlamlarından biride sabırdır çünkü."

"Kaç anlamı var ki Mısır'ın?"

Usta kaşını çatarak baktı bana "Bilmiyor musun gerçekten?"

"Hayır."

"Kaç yıldır Mısır'dasın."

"Yedi yıl oldu."

"Yedi yıldır öğrenmemen kötü olmuş Mısır'ın anlamını." dedi ve çıraklarından birine tezgâhı bırakarak karşımda ki taburelerden birine oturdu.

"Mısır adı, Arapça 'da üç harften oluşan bir addır. Yani isim Arapçadır. Bu harfler Mim(M), Sad(S) ve Ra(R) harfleridir. Her harf, ülkenin geçirdiği ve ülke halkının yaşadığı bir tarihi süreci anlatır. Mısır halkı, tarihinde çok büyük zorluk ve çileler, çok büyük eziyetler ve meşakkatler yaşadı."

Ustanın anlattıkları oldukça ilgimi çekmişti. Onu dikkatle dinlemeye devam ettim.

"Birinci harf olan Mim(M) harfi, meşakkat içindir; ülkenin tarihinde ki birinci süreci ifade eder. İkinci harf olan Sad(S) harfi, Sabır içindir; ülkenin ikinci sürecini ifade eder. Üçüncü harf olan Ra harfi, refah içindir; halkın yaşadığı üçüncü ve son süreci ifade eder. Yani kızım M-S-R harflerinden oluşan Mısır'ın anlamı budur: 'Meşakkat, sabır ve refah.'

"Demen o ki eğer bir Mısırlı isen sabretmeyi bilmen gerek."

"Bak ne güzel anladın beni." dedi ve arkasını döndü usta. Çırağına uzun bir bakış attı. Çırağı tamam anlamında başını salladıktan sonra usta ayağa kalktı ve "Bize verdiğin mührün aynısından tam yirmi tane yaptık." dedi.

Bir kutu içinde mühürleri bana doğru uzattı. Ben de kutunun kapağını açtım ve mühürlere baktım. Sayılarını sayarken usta bana; "Görünüş olarak benzemese bile üstünde ki işaret tıpkısının aynısı kızım."

"İyi iş çıkarmışsınız. Sağ olun. Buda emeğinizin hakkı." dedim ve bir kese altını ona verip dışarı çıktım.

Daha işim bitmemişti. Yarın Alamut fedailerine mührü vermek zorundaydım ve kucağımda ki mühürleri ise yerlerine ulaştırmam gerekiyordu.

Yazar aldı kalemi;

Mansure kalesi oldukça sakindi. Bir aydır Mansure'de kopan fırtınalar Şecered-dür'ün tahta çıkması ile son bulmuştu. Fırtına bitmiş güneş açmıştı. Kale oldukça sessizdi. Kimseden çıt çıkmıyordu. Şecered-dür divanda zümrüt yeşili bir kaftanla oturuyordu. Sağ tarafında başında Üzeyir'in olduğu emirler vardı. Sol tarafında ise başında Aktay'ın bulunduğu Memlük komutanları.
Biraz sonra sessizlik bozuldu ve içeri Fransa kralı Louis getirildi. Esir kral dize çöktükten sonra başını kaldırdı. Karşısında bir kadının oturmakta olduğunu görünce şaşırdı. Şaşkın gözlerle etrafına bakarken Baybars ile göz göze geldi. Bu yeni yetme komutan onu esir aldığı için ona oldukça öfkeliydi ama bir o kadar da hayranlık duyuyordu. Bu komutanın aklı ve zekâsı herkesi hayran bırakacak derecedeydi çünkü krala göre. Baybars'a bakmayı bırakıp başını çevirince;

Baybars Huşdaş (DÜZENLEMEDE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin