Bölüm 28- Sessiz

24 8 3
                                    

Canlar! Geçenlerde beni öyle mutlu edecek bir şey gördüm ki... Mevkuf, Macera kategorisinde #178 idi! Biliyorum kimilerine göre bu çok büyük bir şey değil ama benim için çok önemli ve ne kadar teşekkür etsem az :) seviliyorsunuz! İyi okumalar dilerim x

Sabah uyandığımda kendimi ezik gibi hissetmeme engel olamadım. Lion'un kendini benden üstün görürcesine olan konuşmasına cevap vermeden yatmaya gitmem ona cevap bile veremediğimi düşünmesini sağlamış olabilirdi. Benden nasıl bu kadar kısıtlı yaşamamı istediklerini anlayamıyorum. Öz kardeşim bile beni tanımıyor muydu yani?

Biliyorum, tek amacı beni korumak ama yine de bu kadar kuralla yaşamamı beklemesi bana garip geliyordu. İşin içine kesinlikle Jay de katılmış olmalı ve Trey'in aklını karıştırarak bana bu kadar kural koymasını sağlamıştı. Sonuçta uzun zamandır ortalarda yoktu ve ne kadar hırçın olabildiğimi unutmuş veya çocukluğuma vurmuş olabilirdi.

Dün Goddard kelimenin tam anlamıyla bir pislikti ancak Lion'u sinir etmek, bana kural koyamayacağını göstermek adına Goddard ile zaman geçirmek istiyordum. Polisten kaçma eğlencesini artık yaşayamıyordum ancak kendime Lion'u sinir etme eğlencesi yaratabilirdim. Fakat işin kötü yanı şu ki Hutch'ın güvenini zar zor kazanan ben eğer bugün Goddard ile bir şekilde takılmanın yolunu bulabilirsem o güveni yıkabilirdim. Hatta Hutch benim ikiyüzlü olduğumu bile düşünebilirdi.

Oflayarak yattığım yerden doğruldum. Bu iki ay geçmek bilmeyecek miydi? Trey'e sarılmayı çok özledim.

Kulaklıklarımdan birini takıp müzik dinlemeye başlamıştım ki Lion'a turlamaya çıktığımı yazan bir not bırakıp biraz yürüyüşe çıkmaya karar verdim. Hızla üzerimi değişip notu yazdım ve kapımı sessizce açtım. Lion arkası bana dönük bir şekilde hafif bir horlama eşliğinde uyuyordu. Notu salona bırakıp ayakkabılarımı giydim. Anahtarımı son anda cebime atarak evden çıktım. Nereye veya neden gideceğimi bilmiyordum. Canım sadece biraz hava almak istemişti.

Saat sabah 9 civarı olduğundan önce futbol sahası olarak kullanılan alana gittim ama evsiz adam dışında kimse yoktu. Kütüphaneye gidip orada çalışan bayan ile sohbet edebileceğimi düşündüm fakat şu an pek o havada değildim. Buralarda bir park olup olmadığını kontrol etmek adına internetten haritaya baktım ancak en yakın park yarım saat yürüyüş uzaklığındaydı. Gerçi yapacak hiçbir işim olmadığı düşünülürse bu pek sorun olmazdı.

Evde okumakta olduğum kitabı yanıma almamıştım ve parkta boş boş oturmak istemiyordum. Bu yüzden yolumun üzerinde olan kütüphaneye gidip eski klasik bir kitap almayı akıl ettim. Klasikleri okumayı hep istemiş ama hiçbir zaman okumamıştım. Belki de okumam gereken zaman bu zamandı, kim bilir?

Orada çalışan bayanla ayaküstü bir sohbet edip kitabı aldım ve parka ilerledim. Oraya vardığımda ise karşılaştığım manzara tam bir hayal kırıklığıydı. Tüm ağaçlar ya kesilmiş ya da tek bir yaprağı bile olmadan çırılçıplak duruyordu. Çimler ise sigara izmaritleri ve çöplerle doluydu. Büyük bir süs havuzu ise içi çamura dönmüş bir halde harabeye dönüşmüştü. Oturabileceğim bir bank olup olmadığına baktım ve tek iyi görünen banka bağdaş kurarak oturdum. Derin bir iç çekip burada doğru düzgün bir şey olup olmadığını içimden sorguladım. Parkta benden başka sadece iki evsiz ve yanlarında bir sokak köpeği vardı.

Onlara aldırmamaya çalışarak kitabımın kapağını açtım ancak göz ucuyla dahi olsa beni fark ettiklerini biliyordum. İlk bir iki sayfayı okumuştum ki biri yanıma gelip param olup olmadığını sordu. Ona yanımda para olmadığını söylediğimde telefonumu istedi. Tabi ki bunu reddettiğimde uzaktan bizi izleyen elinde parlak bir cisimle bana yaklaşmaya başladı. Rahatça kaçabileceğim bir pozisyona geçmek adına oturduğum yerde kıpırdandığımda bankın arkasından biri atlayarak sırtımı yasladığım yere oturup benim oturduğum yere ayaklarını koydu.

"Sorun mu var?" diye sorduğunda bana yaklaşan evsiz duraksadı ve arkadaşına seslenmek adına garip sesler çıkararak gitmelerini işaret etti. Yakınımdaki ise homurdanarak tembel adımlarla uzaklaşırken başımı kaldırıp yanıma –daha doğrusu tepeme- oturan kişiye baktım.

Goddard.

"Teşekkür beklemiyorum." dedi sırıtarak. Siyah tişörtünün üzerine spor bir gri kapüşonlu giyiyordu. Klasik olarak koyu renk kot ve siyah spor ayakkabılar. Parmağımı kitabın henüz okuyor olduğum sayfasına ayraç göreviyle koyup kitabı kapadım ve "Etmeyecektim zaten." diye yanıt verdim. Bir *hıh* sesi çıkararak gülmesinin ardından kitabımın kapağına baktı. "Kitap okuyan biri olduğunu sanmazdım." dedi. Bu bana hakaret etmeye mi çalışıyor ne? "Neden? 14 yaşında bir erkek kitap okuyamaz mı? Ayrıca kitap okumanın tipi mi varmış?" diye çıkıştığımda omuz silkerek "Hutch okumuyor." dedi basitçe.

"Onu önemsiyor gibi görünmüyorsun." dedim onu taklit ederce. Başındaki kapüşonu geriye itip uzun parmakları gibi uzun olan saçlarının arasına daldırıp biraz karıştırdı. "Bilemiyorum. Bazen kafayı bulup ona kaba davranabiliyorum." dedi. Sesinin pek umursamıyormuş gibi oluşu beni sinir ederek "Bu kadar mı yani?" diye sordum. "Ne dememi bekliyorsun bacaksız?" dediğinde onun da sinirleri bozulmaya başlamıştı. "Bilemiyorum. Belki kendini kötü hissettiğini belli edebilecek bir cümle?" diye yanıtladım.

Onun cevabı ise "Peki ya öyle hissetmiyorsam?" oldu. Göz devirip vücudumu ona doğru döndüm. "O, sen istesen de istemesen de senin kardeşin ve bunu biliyorsun. Neden sadece onu sevmeye çalışmıyorsun? Sana en kötü ne yapmış olabilir ki? Küçükken şekerini mi çaldı? Yoksa ailedekiler ona daha çok mu ilgi gösterdi?" dediğimde derin bir soluk alarak "Neden sadece kendi işine bakmıyorsun? Hutch'ın avukatı mısın?" dedi.

"Pekala, tamam, kendi işime bakacağım." dedim öfkeyle ve yeniden sırtımı banka yaslayıp kitabımı kaldığım yerden okumaya başladım. Bana yapılmasına en sinir olduğum şeyi şimdi ona ben yapacaktım. Sessizlik nöbeti. Sonuçta konuşmadan bir saat bile geçirebilecek biri değildi.

Bir süre bir kulağımda müzik çalan kulaklık olacak şekilde kitabımı okudum. Sayfaların arasındaki tozlu eski zaman havasını Goddard'a belli etmeden yavaşça içime çektim ve sayfayı tutan başparmağımla yaprağı yavaşça okşayarak eskimiş kağıdı daha da hissettim. Aslında Goddard tepemde durmasa daha da huzurla kitabımı okuyabilirdim ancak beni dikizlediği hissi yavaşça tüm benliğimi ele geçirmeye başlamıştı. Ona dönüp bunu kesmesini söyleyemezdim çünkü sessizlik nöbetindeydim.

Bir saat geçmişti ve artık Goddard'ın beni değil elimdeki kitabı dikizlediğini biliyordum. Benimle birlikte okuyordu, buna adım gibi emindim çünkü bir ara sayfayı çevirdiğimde sinirli gibi burnundan gürültülü şekilde nefesini üflemişti ve yavaşça bana yaklaşmıştı. Bunu fark ettiğim andan beri içimdeki huzursuzluk gitmişti. Onu Goddard değil de sıradan bir okuma arkadaşı olarak hayal etmeye çalıştım. Buraya geldiğimden beri okumam hızlanmış, hayal gücüm çok daha fazla gelişmişti. Bunu gece yatmadan zihnimde parlayan canlı renklerden anlamıştım.

Telefonum çalınca yine parmağımı kitabın arasına koyarak aramayı yanıtladım. "Neredesin?" diye soran Lion'a göz devirdiğimde Goddard'ın hafifçe kıkırdadığına yemin edebilirdim. "Parkta kitap okuyorum. Neden sordun?" dediğim an Lion yalnız olup olmadığımı sordu. Hafifçe başımı kaldırıp Goddard'a baktığımda bunu neden yaptığımı kendi kendime sordum. Goddard tam evet anlamında başını salladığı anda ben de onaylayan bir cümle kurmuştum. Bu kez de Lion rahatlamış gibi ne zaman geleceğimi sordu. "Yarım saatlik mesafedeyim." dediğimde beni gelip almayı teklif etti ancak reddettim. Biraz yürüyebilirdim.

Onaylayıp kapattığında Goddard "Baskıcı abi." diye dalga geçti. Sessizlik nöbetini içimden kendi kendime hatırlatarak duymazdan geldim ve sayfa numarasına bakıp zihnime yazdıktan sonra kitabı kapayıp ayağa kalkarak üzerimi silkeledim. Ona ardımı dönmüş ilerliyordum ki "Lucas!" diye bana seslendi. Umursamayıp ilerlemeye başladığımda yanıma gelip başıma bir şeyi yavaşça vurdu. Ona sinirle baktığımda elindeki kitabımı gördüm. Elime tutuşturup sessiz bir şekilde benimle yürümeye devam etti.

MEVKUFWhere stories live. Discover now