Bölüm 36- Ben...

16 7 0
                                    

Keyifli okumalar dilerim canlar! Seviliyorsunuz♡

Günün geri kalanı oldukça normaldi. Yemek yemiş ve televizyon karşısında tembellik yapmıştık. Güneş batmaya hazırlanırken Lion ev alışverişi için aniden yola çıktığında bu anı bekliyormuşçasına Goddard'dan ne yaptığımı soran bir mesaj geldi. Ona evde oturduğumu söyledikten sonra onun ne yaptığını sordum. Kısa sürede bana onunla parkta buluşmamı rica eden bir mesaj geldi. Gitmemde bir sorun olmayacağını düşünsem de bu kez yanıma silah almak ihtiyacı hissediyordum. Odama yönelip kotumu giyerken komodinimin üzerindeki küçük silaha gözüm takıldı. Neden birden yanıma silah alma ihtiyacı hissetmiştim ki? Goddard bugün beni bu kadar merak etmişken şimdi bana zarar vermezdi ki.

Lion'a parka gideceğimi ve büyük ihtimalle bir saat sonra eve geri döneceğimi söyleyen bir mesaj attım böylece başıma bir şey gelmesi ihtimalinde en son nerede olabileceğimi bilebilirdi. Bana onayladığını belirten kısa mesajı gelene dek ev kapısının yanında bekledim. Parka giderken kulaklıklarımdan tekiyle müzik dinliyordum. Diğer kulağımla ise çevredeki gürültüleri işitiyordum.

Parka vardığımda gördüğüm şey ile tek kaşımı kaldırdım. Adımlarım sıklaşırken kulaklığımı çıkartıp zihnimde tonlarca hikaye kurmaya başladım. Son baktığımda banka doğru koşuyordum. Beni görünce ayaklanan tanıdık simaya ani bir istekle hızla sarılırken yerinden çıkacakmış gibi atan kalbini kendiminkinin üzerinde hissettim. Bir süredir zaten ufak olan göğüslerimi artık atlet model iç çamaşırları saklamakta zorlandığından onları bezle sarıyordum bu yüzden ona sarıldığımda normal karşılamıştı. O anda şokta gibi olduğundan ona çıplak bir şekilde sarılsam bile fark edeceğini sanmıyordum.

"Hutch." dedim sarılmayı keserken. Ellerimi yanaklarına koyup "Gözüne ne oldu? Çok kötü görünüyorsun. Yemin ederim eğer bunu sana Goddard yaptıysa onu..." Sözümü yarıda kesmek için sadece başını iki yana sallamakla yetindi. "O zaman kim?" dediğimde gözlerinin dolduğunu fark ettim. Onu yeniden incelediğimde giydiği tişörtün kırışmış ve bir iki tane yırtığı olduğunu görmemek mümkün değildi. Kavgaya karışmış gibiydi ancak nedenini bilmediğim halde şoktaydı. "Ben... Sana nasıl ulaşacağımı bilemedim. Goddard'ın telefonunu çaldım. Beni öldürecek." dedi birden panikleyerek. Titreyen elindeki telefonu hızla kapıp cebime attığımda anlamayarak yüzüme baktı. "Benim çaldığımı söyleriz. Sorun değil. Sana zarar veremez." diye açıkladığımda kaşlarını çattı. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" sorusunu sorduğunda omuz silktim.

"Lucas, ben..."

Cümlesi yarıda kalmıştı çünkü gözlerini yavaşça kırpıştırıp olduğu yerde sallanmaya başladığı an ne olacağını anlayarak onu hızla yakaladım ancak vücudu ağır geldiğinden yavaşça yere çöktüm. Baygın bedenini banka doğru kaldırıp onu yanıma oturttum. Başını kucağıma koyarak kimden yardım isteyebileceğimi düşündüm. Goddard'ın telefonu bizde olduğundan ona ulaşamazdım. Lion'un nerede olduğunu bile bilmiyordum. Oldukça çaresiz hissederken öfkeyle soluyan birinin buraya geldiğini gördüm. Sonrasında adımları tekledi ve koşarak yanımıza geldi.

Bir şey demeden telefonunu ona uzattığımda yüzüme dehşetle baktı. "Pekala, velet. Neler oluyor? Uyuyacak başka yer mi bulamadı?" dediğinde "Goddard, lütfen sakinleş. Şu an gerçekten bunun sırası değil. Bana senin telefonundan mesaj attı ve az önce birden bayıldı. Ben... Ben neler oldu bilmiyorum. Kavgaya karışmış gibi ama kiminle gerçekten bilmiyorum." dedim. Sözlerimi sindirmesi birkaç saniyesini aldığında kardeşini omzuna aldı. "Lanet olsun. Bunu yaptığımı biri görürse..." Öfkeyle sözünü kesip "Bu sabah bana ulaşamadığın için endişelenirken şimdi kardeşin konusunda onu taşıdığını biri görürse itibarının zedeleneceği konusunda mı endişeleniyorsun yani? Derdin ne senin? Bu çocuğu niye sevmiyorsun?" dedim. Bana ters bir bakış atıp "Kendi işine bak." demekle yetindi.

O hızla bir yere ilerlerken koşar adım peşinden gidiyordum. Onun uzun bacakları olduğu için gideceği yere az adım ve hızla ulaşma avantajına sahipti. Yaklaşık 8 dakika sonra eskice bir evin kapısına geldik. Cebinden bir anahtar çıkarıp kapıyı açtığında içeri girmekle girmemek arasında kaldım ama hemen karar vererek onların ardından hemen içeri adım attım. Goddard önce bana kötü bir bakış attı ardından bir şey olmamış gibi önüne dönüp kardeşini tahminimce Hutch'ın odasına götürüp yatağa yatırdı. Kapı aralığından onlara baktığımı görünce kapıyı kapatıp bir süre bir şeyler baktı.

Merak duyguma yenik düşüp salonu üstten de olsa incelemeye başladım. Bariz şekilde belliydi ki evde kimse temizlik yapmıyordu. Salon öyle havasızdı ki birkaç pencere açmamak için kendimi zor tuttum. Sol köşedeki özensizce yerleştirilmiş gibi duran cam dolap ve içindeki eşyalara doğru birkaç adım attım. Birkaç çerçeveli resim, öylesine atılmış gibi duran birkaç kağıt, birkaç küçük plastik oyuncak, en alt rafta tabak ve bardaklar vardı. Kapısı tam kapatılmamıştı bu yüzden dolabın içi de geri kalan tüm salon gibi tozluydu. Kendimi hayaletli bir eve girmiş gibi hissediyordum. Eğer temizlik yapmazlarsa bu ev hiçbir ekstra dekor yapılmadan Yılın En İyi Süslenmiş Cadılar Bayramı Evi ödülünü açık ara farkla alabilirdi.

Çerçevelere bakarken birine gözüm takıldı. Aile tablosuna benziyordu. Resim oldukça eskiydi. Bir bayan tahta bir sandalyede oturuyordu. Ardında kocaman gülümseyen bir adam vardı. Ellerini kadının omuzlarına koymuştu. Kadının sağ tarafında bir erkek çocuğu duruyordu ancak halinden pek memnun görünmüyordu. Tahminimce 5 veya 6 yaşındaydı. Hızla Goddard ve Hutch'ın olduğu odaya doğru omzumum üzerinden baktım. Görünürlerde biri olmayınca hızla telefonumdan fotoğrafın bir resmini çektim. Pek net görünmüyordu ancak bu resmi incelemeyi istiyordum. Bir şeyler garip geliyordu. Zaten fotoğrafın rengi solmuştu yani kimse özenmiyordu o yüzden cebime atsam birinin fark edeceğini sanmıyordum.

Tıkırtı duyunca kendimi hemen odanın önündeki dar ve kısa koridora attım. Goddard kapıyı ardından kapatırken görebildiğim kadarıyla Hutch yatakta pijamalarıyla yatıyordu ve ayaklarının altında giysi yığını vardı. Goddard onunla ilgilenmişti. "Sana neler söyledi?" dedi salona doğru beni omzumdan ittirirken. Salondaki rahatsız koltuğa oturana dek ağzımı açmadım. Bana gelen mesajdan başlayıp eve gelişimize kadar her şeyi ona anlattım. O da benim gibi bunlardan hiçbir şey anlayamamıştı. Beni evden kovarca yollatırken gerginliği belliydi. Kapıdan çıkacağımda yanımda duruyordu ve bana nefesinin altından "İyi ki varsın." dediğini duydum. Ona bir gülümseme yollarken kısık sesle "Hutch'a bir şey olursa bana haber ver, lütfen." dedim. Onaylarca başını salladı ve etrafa bakınıp kapıyı ardımdan hızla kapadı.

MEVKUFNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ