^6.BÖLÜM^

372 34 0
                                    

Dakikalar,saniyeler, saliseler, saatler gözümün önünde akarken tek kelime edemiyordum. Bu adam gerçekten bu kadar pislik miydi? Bu derece mide bulandırıcı olmak zorunda mıydı? Peki bundan bana neydi? Ofisinde adam vuracak kadar delirmiş olmalıydı. Kapının önünde hala dikilmekte olan bana, gözlerini kısarak baktı. Tek kelime etsem beni de vurur muydu? Vururdu. Arkama bakmadan kaçsam yinede vurur muydu? Bulur vururdu.

"Tatlım niye kapıda dikiliyorsun?" nereden çıktığını anlamadığım Aylin bütün rahatlığıyla beni içeri davet ediyordu. Bekle, ölüme davet ediyordu. Bu kızda midesiz miydi? Peki ya ben? Bir ölüme görebilecek kadar iyi bir mideye sahip miydim? Her ne olursa olsun kimse böyle bir ölümü hak etmezdi. Nasıl doğacağımıza ve öleceğimize Allah karar verirdi. Biz bunu kendi ellerimizle değiştiremezdik.

"S-siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" bunu ben mi demiştim? Hadi vurun beni. Yada o işi Çelik memnuniyetle yapardı.

"Ne yapıyormuşuz?" bu kadar rahat davranması sinirlerimi oynatıyordu.

"O adamı öldürmeyeceksin değil mi? Ha-ha güzel şakaydı Çelik bey! şimdi şakanın boku çıkmadan gönderin gitsin." evet kahvaltıda yürek vardı.

"Pardon? Sen bana fikir mi verdin? Baksana bana, bu tipte şaka yapan bir ifade yakaladın mı? En son duyduğum şaka ana sınıfında bir avuç gereksizin yastığımı çalmasıydı. Şakanın ne olduğunu bilmeyen bir avuç gereksiz." yastığını mı çalmışlardı? Hey pekala yastık önemli! Ben orada yokmuşum gibi arkasını döndü ve yerde kıvranan adama silahın namlusunu doğrulttu. Ne yapacağımı bilmeden içeri bir adım artarken arkamda kalan kapıda bir çırpıda kapandı. Aylin ile göz göze gelirken bana gülümsedi ve el salladı.

"Konuş lan! Nerede mallar?" ne malıydı bu? Uyuşturucu? Hap? Belki de insandı.

"A-aabi v-alla b-bben b-bbilm-" cümleyi tamamlayan bir el ateş sesiydi. Vurmuştu acımadan, korkmadan, eli bile titremeden vurmuştu. Bağırmamak için ağzımı kapattığım ellerimi indirirken hala ağlamadığımı şükrettim. Odadaki bakışların odağı ben olurken olduğum yere yığılmak üzereydim. Bu enkazın altında kalanın ben olacağı en başından belliydi ve kalmıştım da.

"Kimseye tek bir kelime etme!" kime diyecektim? Polisler tarafından arandığım polise mi? Dondurulmuş bir et parçasını andırıyorum.

"Canım iyi misin?"

"İyiyim." yıkık, dökük, parçalanmış, yok olmuş, mahvolmuş, bitmiştim. İyiden çok her şeydim. Odayı terk edip koşarak merdivenlerden indim. Silah sesini duyan insanlar çıktığım odaya ve merdivenlerden koşan bana telaşla bakıyorlardı. Şu an ne o oda ne de bu insanlar umrumdaydı. Tek isteğim eve gidip yorganın altına saklanmak, unutmak. Mekandan çıktığımda koluma yapışan koruma gitmemi engellemişti. Korkmuş ve şaşırmış bir halde korumaya bakarken beni takmadan bilmediğim bir yere doğru çekiştirdi.

"Hey! Ne yapıyorsun?" bugün ne çokta milletin ne yaptığını sormuştum. Koruma cevap vermek yerine koluma daha da asıldı. Gücünü mü deniyordu? Ormanın içine doğru beni fırlatıp geri çekildi. Ayağım taşa takılırken sendeleyerek yeri boyladım. Yağmurdan çamurlanan toprak üzerime bulaşırken üzerimdeki gölgeyi fark ettim.

"Sen gidebilirsin." Çelik'in sesi beni korkuturken geriye gittim. Başımda Azrail'im misali dikilmiş boş kahveleriyle bana bakıyordu, bomboş. Ortamdaki tek ses, rüzgarın sesiydi. Uğuldayan rüzgar saçlarımı da gerisinde savururken Çelik'in yutkunduğunu gördüm.

"Kaçmak mı istiyorsun? Kaçabilirsin fakat benden izin alman gerek. Ağlamak mı istiyorsun? Ağlayabilirsin fakat benden izin alman gerek. Aşık mı olacaksın? Olabilirsin ama benden izin alman gerek. Nefes mi alacaksın? Ona da ben karar veririm." bu adam kendini fazla üstün görüyordu ve bu beni çileden çıkarıyordu.

KÜLFET#Watty2017Where stories live. Discover now