LONDRA- 11 AY SONRA Bölüm 44

1.9K 156 8
                                    


Hayat, umarsızca oyunlar oynarken ben çaresizce bu oyunun isteksiz, acemi oyuncusu olmaya devam ediyordum. Emir'den ayrılmak ve bu süreci atlatabilmek sandığımdan çok daha zorlu bir süreç olmuştu benim için. Ona olan özlemim gitgide artarken, beklentilerimin boşa çıktığını görebilmek ise beni mahvetmişti. Babam durumumu onaylamasa da bana destek olmak için elinden geleni yapmıştı. Emir beni görmeye gelmeyi bırakın, beni bir kez aramamıştı bile. bu durumu idrak edemiyordum. Her gün yeni bir umutla uyanmış, telaşla bizimkilerin yanına koşup "Emir aradı mı?" diye sormaktan da vazgeçmemiştim. Her seferinde Ayşe'de annesi de Emir'den bir haber olmadığını söylediklerinde mutsuz bir şekilde yine içime kapanmıştım. Babam her seferinde Emir'in iyi olduğunu fakat bizimle iletişime geçmesinin sakıncalı olduğunu söyleyerek beni zapt etmeye çalışmıştı. "Emir öldü mü kaldı mı? "diye düşündüğüm günlerde babamın söylediklerine sığınıp yaşadığını var sayarak ona olan kızgınlığımı büyütmüştüm içimde. Gerçekten içimde büyüyen aşkın yerini hunharca kaplayan bir kızgınlıktı bu, insan her şeye rağmen sevdiğine, ailesine bir haber göndermez miydi? Koca yalancı diye söylenerek hayatıma devam etmeye çalışıyordum.

Emir'e duyduğum özlem dışında hayatım çok güzeldi aslında. Ayşe ile mükemmel bir sanat okulunda okuyorduk. Okulumuzun hem fiziksel koşulları hem de hocaları bizi mutlu ediyordu. Günden güne sanatta gösterdiğimiz iyileşme bizi mutlu ediyordu. Ben neredeyse mükemmele yakın bir şekilde piyano çalıyordum. Babam da yine aynı işine devam ediyordu. Oda bu okulda ders veriyordu yani; normal bir müzisyen gibi hayatına devam ederken onun asıl işini bilmeyen öğrencileri ne düşünürlerdi diye düşünmeden edemiyordum. Birçok öğrencinin hayranlığını yakışıklılığı ve müthiş müzik dehası oluşuyla kazanan babam bizim derslerimize girmemeyi tercih etmişti. Evde devam ettirdiği sıkı eğitimden yorgun düştüğümden okulda dersime girmemiş olması işime gelmişti doğrusu. Okuldaki öğrencilerine musamaha gösteren, onlarla arkadaş olan babacığım evde bizi çalıştırırken tam bir otoriteye dönüşüyordu ve hata kabullenmiyordu. Çünkü biz onun çocuklarıydık ve boş verdiğimiz, ciddiye almadığımız her ödev bize ceza olarak geri dönüyordu. Sadece müzik konusunda ders verseydi iyiydi yine Emir'in çok zevk alarak yaptığı işi yani bizi döve döve yaptığı svunma sanatı derslerini babam özenle devam ettiriyordu. İşin en ilginç tarafı ise benim git gide bu derslerden zevk alıyor oluşumdu. Dövüş sanatlarını artık bir stres atma yolu olarak düşünmeye başlamıştım. Tüm kızgınlıklarımı, tüm sıkıntılarımı bir boks torbasını yumruklayarak atabiliyordum örneğin. Tam bir aileye dönüşmüş olmamız ise bana güzel duygular hissettiriyordu. Babam ve Sıla abla iki kardeş iki arkadaş gibi uyumluydu, Ayşe ve ben ise evin küçük kızlarıydık. Tüm ilgileri üzerimizdeydi. Ve bu bu sevgiden çok memnunduk.

"Laraaaaaa...."

Of Ayşe ya, senin şu sabırsızlığın beni öldürecek bir gün. Diye düşünerek yatağımdan doğrulurken sıkıntılıydım. Bugün hocalarımızdan biri okuldan ayrılacağı için özel bir hazırlık yapmıştık. Sınıfta bir veda partisi tertipleyecektik. Narin ve genç hocamız evlenip Kanada'ya yerleşecekti. Onu öyle çok sevmiştik ki gitmeden onu biraz olsun mutlu etmek istiyorduk.

Söylenerek yüzümü yıkarken başımda dikilen babamı bile fark etmemiştim.

"Ne oluyor prenses? Yine neye kızdın sabah sabah."

"Offf baba ya, Ayşe'nin müthiş volümlü sesi bir gün beni öldürecek, tamam şan dersleri sayesinde sesimizi istediğimiz gibi kullanabiliyoruz ama sabahın köründe bu ses tonu ile çağırılmak sinirlerimi bozdu. Sen neden buradasın? Şimdi çoktan kahvaltı sofrasına oturmuş olman gerekmiyor muydu?"

ŞİFRE- Bir Su Perisi HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin