26.Bölüm:"Küllerinden Doğuş"

10.1K 482 64
                                    

Merhabalar, yeniden ben. Öncelikle hepinizi ikinci bir hikâyem olan ; Soğuk Yangın'a davet ediyorum , evlatlık gibi oldu yavrucağız :D

İkinci olarakta iyi okumalar diliyorum , seviliyorsunuz.

-

Günlerden neydi? Şu an hangi zaman dilimindeydik? Hâlâ Türkiye'de miydik yoksa başka bir ülkeye geçiş mi yapmıştık? Hiç birine yanıtım yoktu. Zaman kavramı anlamını yitirmiş gibiydi, odamızın gökyüzüne açılan bir camı dahil yoktu. Görebildiğim tek manzara dört tane duvardı, bazı günler üstüme gelirlerken bazı günler çığlıklarımı yutup, acımla besleniyorlardı. Bulunduğum kişiden daha farklı birine dönüşmeye başlamıştım, eskisi kadar acımıyordu canım. Siyah giyinen adamlar, kafalarına estikleri anda beni oyuncak bir bebekmişim gibi alıp, işkence odasına götürüyorlardı.

Burada bulunduğum zaman boyunca sayısız işkencelere maruz kalmıştım. Bazı günler vücuduma bir alet yardımıyla elektrik veriyorlardı. Bunun dışında, mumlara, saatler boyunca prangalara, kaynar suya ve buradakilerin tokatlarına maruz kalmıştım. İlk başlarda canım çok acıyordu, öleceğimi zannediyordum. Sonrasındaysa ölmeyeceğimi fakat daha fazla dayanamayacağımı anlamıştım, tek yapmam gereken beni öldürmelerini söylemekti. Zaten ayaklar altına alınmış gururumu , yerin 7 kat altına sokmayı göze alamadığım için dudaklarımdan o cümleler çıkmadı.

Bir süre sonraysa acıyı kabullenmeyi öğrenmiştim, eskisi kadar tepki vermiyordum. Çoğu kişi acının bizimle olmadığını düşünürsek, hissetmeyiz mantığına inanıyordu. Hayır, bu yanlıştı. Doğru olan, acıyı kabul etmekti. İşte o zaman en büyük acı bile, dayanılabilir bir hâle geliyordu.

Geçen zaman benim için çok zorlu olmuştu, vücudumun hareket edemeyecek duruma geldiği bile olmuştu. Çığlıklarımın paslı sesi, kulaklarımdan hâlâ silinmemişti. Öyle bir hâle gelmiştim ki ne ailemi düşünebiliyordum ne de Rüzgarı. Tek düşünebildiğim ; acının izleriydi. Geçen zaman boyunca her gün, siyaha boyanmış bir odanın içinde tek başıma kalıyordum. Tüm hatalarım gözümün önüne video yardımıyla şeritler halinde seriliyordu, ne kadar iğrenç bir insan olduğumu haykıran sesler  zihnimin köşelerindeydi.

Kapının açılıp Savaş'ın yaka paça içeriye atılmasıyla birlikte oturduğum yerden kalkıp, onu yatağına taşıdım. Onunla ne gibi bir dertleri olduğunu bilmiyordum, Savaş henüz anlatmamıştı. Fakat her gün ona işkence uyguluyorlardı, bende her geldiğinde tüm yaralarını yeniden sarıyordum , ertesi gün tekrar kanatılacağını bile bile.

Tüm bu iğrenç zaman dilimi boyunca birbirimize destek olmuştuk. Ruhu, bedeninden çekilmiş insanlar misali yaşıyorduk. Bir amacımız yoktu, sadece nefes alıp veriyorduk. Kendi bedenimizi dahil savunamıyorken, ruhumuzun sağ kalmasını nasıl bekleyebilirdik ki?

''Sahra, dur artık. Geçmediğinin farkında değil misin?''

''Özür dilerim,''diye fısıldadığımda hiç bir şey demeden beni kollarının arasına aldı. Kan kokusu tüm odayı esir almıştı.

''Ölmek istiyorum.''dedim düz sesimle birlikte.

Savaş, geriye doğru çekildikten sonra elleriyle yüzümü kavradı. Kafam, onun yüzünün hizasına gelecek kadar kalkınca gözlerine doğru umutsuz bir şekilde bakmaya başladım. Parlak yeşil gözlerinde yıpranmışlığın izleri vardı.

Bencil bir insandım belki de. Sevdiklerim için bile olsa savaşamıyor, kolaya kaçıp ölümü tercih ediyordum. Ne yapabilirdim ki? Ruhum kanatılarak bedenimden sökülürken, nasıl savaşabilirdim?

SAPLANTIWhere stories live. Discover now