Otuz Birinci Bölüm (Final)

Start from the beginning
                                    

Güçlü olduğumu artık biliyordum. Her gece ağlayarak kocamı beklemek yerine artık yatağıma geçecek, kitabımı okuyacak sonra da uyuyacaktım. Sabakları özenle hazırladığım kahvaltıları ağzına bile sürmeden işe gittiği için tüm günümü mutsuz geçirmeyecektim, daha basit yollara başvuracaktım. Sofrada ona bir tabak daha koymayacaktım. Ayılması için kahve hazırlamayacak, toprağın altına sakladığı eski aşık adamı tırnaklarımla arayıp bulmak için çabalamayacaktım.

Ben sadece yürüyecektim. Düştüğüm yerden ayaklanıp yoluma bakacaktım. O yüzden telefon kapandığı halde yorgun dudaklarımı kıpırdattım. Emilie'nin artık beni duymadığını çok iyi biliyordum. Ama gelecekteki hayatıma, kızımla olan hayatımıza keskin ve net bir yön vermemi sağladığı için söylemeden edemezdim.

"Teşekkürler, Emilie."

Günümüz

"Eskiden insanlar ruhların varlığını bedenlerden daha çok önemsermiş. Her güzel ruhun ölen sahibinden bağımsız olarak mutlaka yeni bir bedene konacağına inanılırmış. Sanırım buna 'Reenkarnasyon' adı veriliyor. Şüphesiz ki annemin ruhu buradaki herkese dokunmuştur. Geceleri gizlice yatağının içinde Vogue okuyan naif erkek çocuklarına, hayallerinin peşinden koşup bir gün dünyanın bir numaları moda dergisinde baş editör olan kız çocuğuna ve bir çoğumuza... Annemin bedeni bu sefil dünyadan ellerini çekmiş olabilir ama ruhu hâlâ bizimle. O, bunu bize kanıtlamak için bir işaret bıraktı. Servetini kızım Alice, Mert ve Eylül'ün kızları Afra ve Vogue'a bağışladı. Ruhunun tohumlarını çocuklarımıza serpiştirdi... Ruhun şad olsun, anne."

Jack'in konuşması bittiği gibi ayaklandım, o da beni yarı yolda bırakmadan kürsüden indi ve sarıldı. Söylemesi için hazırladığım konuşmayı elinden gizlice alıp hırkamın cebine saklarken iki masum dost gibi görünüyorduk. Ayrılırken başıma bir öpücük kondurdu ve hemen yanımdaki yerini aldı. Emilie'nin cansız bedeni gömülürken Mert ve Jack'in elini tutuyordum.

Çünkü yazdığı vasiyette aynen böyle söylemişti. Geçmişte yaşanan her şeyi unutup bir aile gibi davranmamızı, onun için bir tören yapmamamızı ve sadece dostlarımızla mezarlıkta onu uğurlamamızı istiyordu. Ölüm sebebinin kalp krizi olarak söylenmesini de istemişti. Kimse yalnızlıktan bunaldığı için intihar ettiğini asla bilmeyecekti. Bu sır Jack'e, bana ve Mert'e aitti. Işık tutulan bir fener asla bulunamayacaktı.

"Seni eve bırakayım, dağılmış görünüyorsun."

Herkes Emilie'yi terk edip gözyaşları içinde evine dönerken ben oturduğum yerden kalkmamıştım. Onu öylece bırakmak, bir kez daha terk etmek acımasızca geliyordu. O herkesin sesini duymuşken kimse onun sesini duymamıştı ve bu garipti. Aslında garip olan tüm bunları Emilie'yi kaybettikten sonra farketmekti.

Ayaklanmam için Mert elini uzattığında ona bakmakla yetindim. Dağılmış göründüğümü söylüyordu fakat kravatı çoktan boynunun iki yanından sarkmıştı. "Aslında," dedim daha yeni gömülen tabuta bakarak. "Sanırım biraz daha burada kalacağım. Afra evde Maria ile tek başına, gidip kontrol edebilir misin?"

Kaşları çatılıp anlının ortasında yatay bir çizgi oluştu. Bir anlığına itiraz edeceğini sanmıştım. Daha sonra elini usulca saçıma götürdü ve küçük bir çocuğu yatıştırır gibi okşadı. "Tamam, güzelim." Elinin gezdiği yeri öptükten sonra da yavaş adımlarla uzaklaştı.

Ölüm hayatta kimsenin itiraz edemediği, karşı koyamadığı ve karşısında çabalayamadığı tek olaydı. Ölüm, geri dönüşü olmayan tek yoldu. Etrafınızdaki insan topluluğu ne kadar kalabalık olursa can verişiniz o kadar acı oluyordu. Onlarla her zaman aranızda bir bağ vardı, benzin dökülmüş bir halata benzeyen bağ ile tutunuyorduk sevdiklerimize. Hikayemiz işlerken o bağ yavaş yavaş tutuşuyordu. Sona geldiğinizde ise ateşler sizi sarmalıyordu, bağın ucunda ne kadar insan varsa onlarda sizinle birlikte yanıyorlardı.

EylülWhere stories live. Discover now