Yirmi Birinci Bölüm

431 17 5
                                    

Aşk, sizi kanatlarının altına alır ve siz büyülenene kadar gitmenize izin vermezdi. Büyülenip bağlandığınız an ise bom! geriye kalan tek şey göğsününüzün üzerine koyduğunuz kanlı avuçlarınız olurdu. Birine gözünüz kapalı aşık olursanız etrafınızdaki iyi şeyleri asla göremiyordunuz. Şöhret, beğeni, para, güzellik... Hepsi önemsiz bir yığına dönüşüveriyordu. Kendini önemli kılan tek şey aşık olduğun insandı.

Tam da böyle olmuştu. Bundan aylar öncesine kadar aşık olduğumu sandığım adam düğününde bana bir kız çocuğu beklediğini söylemişti. Onu duyduğumda hissettiğim kahroluşu hatırlayabiliyordum.

Ve ardından gelen güzeller güzeli evlilik teklifini de. Zor günler geride kalmıştı. Bunu biliyordum çünkü Jack Anderson'ı görmediğimden bu yana günler daha huzurlu geçiyordu. Sebebi New York'tan binlerce kilometre uzakta olmamda olabilirdi tabi, emin değildim.

Düğünden sonra Mert, beni jeepine attığı gibi ortamdan uzaklaştırmıştı. Sadece yolu izliyordum, gelip geçen uzun şeritler çoğaldıkça şehirle aramızı çok açtığımızı biliyordum. Oldukça yorgundum, uçak pistine girdiğimizde bile ses yoktu. En sonunda beni kucaklayıp kendiyle beraber geniş yatağa bıraktığında ağzımdan iki kelime döküldü.

"Nereye gidiyoruz?"

Dudaklarını gergin anlıma bastırıp sırtımı usulca okşadı. "Çok uzaklara, bebeğim."

Dediğini de yaptı, ikimizi çok uzaklara götürdü. İlk durağımız Paris olmuştu. Daha sonra Mexico, şimdi ise Miami. Yaklaşık iki aydır geziyorduk.

"Ah!" Yavaşça hissettiğim ağrı yüzünden inledim. Altımda kasıldığında omuzlarına tutunmak zorunda kalmıştım. Küvetin içinde biraz daha kaydı. Sevişiyorduk, tasasızca. Dert edecek hiçbir şeyimiz yoktu. Tüm o kendimi evliliğime kadar saklayacağım olayları artık benim için birer saçmalıktı. Çünkü dünya o kadarda masum değildi.

Üstelik bilmem kaçıncı sevişmemizdi. İlkini hatırladıkça hâlâ hazla doluyordum. Sarhoş değildim, bilincim tamamiyle yerindeydi. Paris'in lüks otellerinden birinde bekaretimi kaybetmiştim. Düğünden bir hafta geçmişti, kimseden ses seda yoktu. Artık tamamen bittiğini bildiğim için Jack'in bizi aramasını ya da başka bir şey yapmasını beklemiyordum. Gerçi bir kaç gün sonra yüzsüzce Mert'i arayıp bizi rahatsız etmişti ama konuya değinmiyordum. Birlikte bir tatile çıktığımızdan haberi bile yoktu. Nerede olduğumu dahi bilmiyordu.

O gün, duştan çıkıp baş havlusuyla vücudumu sardığımda Mert yatakta yalnız eşofman altıylaydı. Hava çok güzeldi ama canım uyumak istiyordu, günlerdir ruhuma bir miskinlik hakimdi.

"Gelsene," demişti yatağa elini vurarak. Televizyon izlediği sıra yanına uzandım, olacaklardan habersizdim. Minik havlu yüzünden mahrem yerlerim dışında her yerim meydandaydı.

Conan'dan sıkılıp televizyonu kapattı ve yanıma kıvrıldı. Bana sıkıca sarılmıştı, güzel kokusunu hissettiğimde bende ona sarılıp bir bacağımı üzerine attım. Çıplak bacağım eşofmanının üstünde gezinsede yakınlığımı farkettiğini biliyordum. Havlunun önü sonuna kadar açılmıştı, yüzümü ona yaslamış vaziyette olduğum için vücudumu göremezdi fakat hissedebilirdi. Göğüslerim çıplak göğsüne değerken her noktam ürperiyordu.

"Eylül," dedi mırıldanır gibi. Yüzümü ona doğru kaydırarak suratını inceledim. Mavi gözler derinlemesine benimkilerine kilitlendi. Kirli sakalı pürüzsüz yüzünde tatlı bir ayrıntıydı. Devam etmek yerine üzerime eğilip bileklerimi tuttu, kollarımız başımın iki yanındaydı. Gözleri açlıkla vücudumda geziniyordu, alışık olduğum bir şeydi bu artık. Ne zaman yakınlaşsak dudağını dişleyip beni büyük bir göz hapsine alıp tüketiyordu. Arzuyla vücudumu süzmesi dayanılmazdı, üstelik ben böylesine savunmasızken.

EylülWhere stories live. Discover now