On İkinci Bölüm

514 17 9
                                    

"Toparlanmaya başladıkça acıyı tekrar hissediyorum" dedim kendi kendime.

Sonra küvete girdim, kendimi suyun içine bıraktığımda nefes alamadığımı biliyordum. Tüm bedenim suyun altında gevşediğinde aynı zamanda boğuluyordum. Hayatımda ilk kez, acı çektiğim için çırpınmadım. Fiziksel acı duygusallığı bastırmaya yarıyordu.

Refleksle nefes almaya çalıştıkça kabarcıklar çıkıyordu ama ne önemi vardı? Su ağzımın, kulaklarımın içini kaplıyordu. Beni sonsuzluğa, belki de boşluğa çağıran kesintisiz uğultuya kendimi odakladım.

Amacım ölmek değildi, bir kez olsun içki olmadan kendimi kaybetmekti. Beynimi dinlendirmek istedim, tek başıma. Kurtarıcım olmadan kalbimi dinlendirmek istedim.

Çünkü gecelerdir içiyordum, kendimi kaybediyordum. Daha geçen sabah hiç bilmediğim birinin evinde, bilmediğim bir kalabalık arasında uyanmıştım.

"Sadece sen mi iki tercih arasında kalacaksın?"

Jack Anderson, ofisin bir kenarında Angela'yla yeni bir telefon konuşması yaptıktan sonra böyle söyledi. Bana verdiği cevaptan sonra ne kadar ağladığımı bilmiyordum, boğazıma pençelerini yapıştıran su yüzünden hafızam beyaz loş ışıktan oluşuyordu.

En sevdiğim adamın kalbinde yalnız kalamadığım için, kalabalıklar arasında kendimi kaybetmeyi seçiyordum. Acı onunla konuşmaya çalıştığımda, her yeni günün sabahında göğsümde bitiyordu.

Beni barın birinde, adını dahi bilmediğim herifin biriyle görmüştü. Sarhoştum, üstelik sırf ona inat gözünün önünde adama sırnaşıyordum. Dikkatini çekmek istedim ama tekrar içkisine dönüp erkek arkadaşlarıyla gülüşmeye devam etti.

Artık hiçbir şekilde ciğerlerimin hareket etmediğini biliyordum. Ellerimi küvetin kenarına koymaya çalıştığımda avuçlarımın içinde yalnızca uyuşukluk hissettim. Kalkamadığımda birinin gelmesini istedim. Ölümüm haberlere güzel bir başlık olacaktı.

"Şöhretin Baharında Küvette Ölü Bulundu"

Beyaz ışık tüm hafızamı kapladığında, ciğerlerim tekrar havayla dolmak için çırpınmaya başladı. Öksürdüğümde ağzımdan sular çıkıyordu.

"Lanet olsun, lanet olsun. Neden bunu yaptın?!"

Kendimi boğma girişimimden başarısızlıkla kurtulmuştum. Mert, hayal gibi bunları söylediğinde öksürmeye devam ettim. Küvetin içine girmeden sırtımdan destekleyip beni çoktan hayata döndürmüştü.

"Öksürmeye çalış, bana bak. Sesime odaklan!"

O bunları söylediğinde içimi dolduran suların büyük bir kısmını öksürerek dışarı attım. Nefesinizi tutmadan küvetin içine girmek intihardan farksızdı. Nefesimi tutmadan bu iki adamın hayatına girmiştim, boğuluyordum. Boğulmanın en kötü tarafı da bir türlü ölememekti. Ne kadar çırpınırsan çırpın, bir sonuca ulaşamamak yaşadığın en büyük felaket oluyordu.

Küvetin kenarına yaslandığımda çıplak değildim. Üzerimde pudra renkli mini elbisem vardı. Gece geldiğim gibi kıyafetlerimle yatmıştım, sabah aynaya dönüp kendime baktığımda aklımdan küvete girmek gelmişti. Boğulmak istemedim. Ölmek istemedim.

"Eylül" gözlerimi kırpıştararak ona döndüğümde gerçekten burada olduğunu anladım. Evimin anahtarı kimse de yoktu. Kapıcıma bile yedek anahtar vermemiştim, yalnızlığı böylesine seviyordum.

Mert ıslak saçlarımı küvetin başında yavaş yavaş okşayarak benden bir tepki bekliyordu. Sonuçta en kötü tepki, tepkisizlikten çok daha iyidir. Hayatta olduğumu belirten bir şey istiyordu.

EylülUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum