Yirmi Sekizinci Bölüm

285 11 6
                                    

17 Ağustos, Los Angeles

"Mert'in neler yaşadığından haberin var mı?"

Selena'ya vereceğim cevabı sakince düşünüyordum. Ne diyebilirdim? "Hayır, ilgilenmiyorum" mu? Adını başka biri tarafından duymak, aylar sonra varlığına yakın birini görmek bile kalbimi ufak bir acıyla kavurmuştu. İlgilenmediğimi söylemek, yalandan başka bir şey değildi.

Derin bir nefes alıp Maria'ya döndüm. Selena'nın bakışlarından anladığım kadarıyla birazdan burası yangın yerine dönecekti. Gergin havanın dumanı bu güzel evi büsbütün sarıyordu. "Maria, sen Afra'nın yanına çık."

"Afra da kim?"

Selena, şokla bağırırken Maria çoktan talimata uymuştu. "Tanrım, yoksa kızının adını Afra mı koydun? Adının ne olduğundan bile yeni haberim oluyor!"

"Selena, oturalım." Sakin kalmaya çalışmaktan başka ne yapabilirdim? Sesim onun sesine göre daha düz, daha yumuşak çıkmıştı. Birilerini yatıştırabilecek psikolojideki son insandım ama yapmak zorundaydım.

Bu hikaye de herkesin kendine göre bir haklılığı vardı. Tabi, Mert haricinde herkesten bahsediyorum. En yakın arkadaşınız çocuğu ile birlikte uzak diyarlara karışıyor ve size hiçbir şeyden bahsetmiyorsa, doğal olarak haklı oluyordunuz. Selena, sinirle elindeki küçük çantasını kanepenin üzerine fırlattı.

"Bunun ne kadar acımasızca olduğunu biliyor musun? Öldüğünü sandım! Seni kanlar içinde görüyorum, berbat bir gece geçiriyoruz ve sabah olunca bakıyorum, Eylül yok. Öldüğünü sandım! Lanet olsun!"

Gözlerimi tüm bunları bir kâbusa çevirmek istercesine kapatırken onu anladığım için başımı sallıyordum. Verecek bir cevabım bile yoktu. "Yapmak zorundaydım, üzgünüm." En basitini seçtim ve omuzlarımı silktim.

"Her zaman kaçıyorsun! Jack, evleneceğini açıkladığında Türkiye'ye kaçtın, ardından evlendiği ve dergin düşüşe başladığı zaman dünya turuna çıktın. Yapabileceğin en iyisi bu mu gerçekten?"

"Beni suçlama!"

En sonunda ben de gemileri yakmıştım işte. İnsanların beni anlayabileceğini düşünerek hata yapmıştım. Ne de olsa kimse tattığım acıları bilmiyordu. Herkes olaylara kendi küçük penceresinden bakıyordu. Ve bir gerçek varsa, o da benim o pencerelerden berbat bir kadın gibi göründüğümdü.

"Çok acı çektiğini biliyorum, yemin ederim biliyorum. Ama neden kaçtığını anlayamıyorum! En azından bana söyleyebilirdin, Eylül. Aylarımı senin ölünü bile bulabilme umuduyla geçirdim."

İçimdeki tüm duygular birbirine karıştı ve yüzümü bir şaşkınlık kapladı. "Ne ölüsü?"

Suratındaki ifadeden anladığım kadarıyla, bilmediğim birkaç şey yaşanmıştı. Yeteri kadar yorulmuş gibi kendini kanepeye bıraktığında elini anlına bastırdı. "Öldüğünü düşündük."

Tamam, bu beklemediğim bir şeydi. Yavaşça kanepenin diğer ucuna geçtim. Merak içimi kemiriyordu. Özellikle de cümlesine eklediği o çoğul eki.

Ben ona şaşkın şaşkın bakarken yüzünü bana çevirdi. Bıkmışlığını ve hayal kırıklığını tam olarak buradan okuyabiliyordum. Sessizce birbirimizi izlerken, arkadaşımı ne kadar özlediğimi farkettim. Aynı ifade onun gözlerinden de geçince kollarını birden etrafıma sardı.

Beklemeden ben de aynısını yaptım. Gözlerime dolan davetsiz tuzlu damlaların farkındaydım. "Seni çok, çok özledim." Mırıldanarak saçlarımı okşadı. "Ben de öyle."

Beni bırakıp bir kol boyu mesafe uzağında tuttuğunda bakışlarını üzerime dikti. O iğreti ifadesi yüzüne geri dönmüştü. "Çok zayıf görünüyorsun. Ayrıca senin o güzel kıyafetlerin nerede?" Başka bir şey daha varmış gibi gözlerini kırpıştırdı. "Ve dilini boğazına sokmaya çalışan çocuk da kimdi?"

EylülWhere stories live. Discover now