Üçüncü Bölüm

668 26 1
                                    

Bazen şairler bizlere, bir insana umut vermenin ona yapılabilecek en güzel şey olduğunu söylüyorlardı. Umut, maviydi. Umut, mutluluktu.

Bana kalırsa 'Umut' dört harfli kirli bir kelimeydi.

Mert'i gözle görülür bir şekilde kırmıştım, hemde onun nazik hediyesini kabul ederek. Daha önce kimseyi bu denli üzmemiştim. Bu gece dans ettiğim güzel adamın omzundan, gözlerindeki derin hayal kırıklığını okumak çok zor olmamıştı. Belki de hediyesini geri vermeliydim, yüzüne bir daha nasıl bakacaktım ki?

"Eylül," Bana seslenen yumuşak, tatlı sese doğru gözlerimi açmaya çalıştım. Gerçekten sarhoştum ve midem bulanıyordu. Jack, kırpıştırarak bakabildiğim gözleriyle beni süzüyordu.

"Eylül, uyanman gerek. Doğu yakasındayız, evini tarif edebilir misin?" Neredeydim ki? Doğrulmaya çalıştığımda dönen başım beni koltuğa geri sabitledi. Anlamaya çalışıyordum, arabanın içindeydim.

Tanrım! Çatlayan başımla hatırlamaya çalıştım. Kollarının arasında fazla içkiden bayılmıştım. Gecesini rezil etmiş olmalıydım. Trafikteydik, bir şeyler dememi bekliyordu ama arkadaki arabalar için aynı şeyi söyleyemeyecektim.

Korna sesleri başımı patlatırken koltukta arkamı dönerek uyumaya devam ettim. "Vernon Bulvarı" diye mırıldanmış olsam da beni duyduğundan emin değildim.

Telefonumu alıp ev arkadaşımı aramalıydım, belki de bir yerlerde Mert'i bulup ondan özür dilemeliydim. Kendimi tam anlamıyla ucuz hissediyordum, nazikliğini kullanmıştım, Jack'in arabayı durdurmasını istesem de hiçbirini söyleyecek gücüm yoktu. İçkiyi ne kadar abartmıştım, merak ediyordum. Kolay sarhoş olan biriydim ve en son bu kadar içtiğimde Selena ile birlikte partideki havuza atlayıp güzel elbiselerimizi mahvetmiştik.

Bu gece de farklı sayılmazdı, yine bir şeylerin içine etmiştim. Her şeyi elime yüzüme bulaştırdığımda toparlamak çok zamanımı alıyordu.

Daldığım yarım uykudan Jack'in sarsıntısı ile sıçradım. Kucağındaydım, bunu fırsat bilerek boynuna biraz daha sokuldum. "Uykucu." Fısıltıyla çıkan sesine kulak verdim. Ağzımın kenarıyla gülüyordum. Arabanın kapısını ayağıyla kapatıp yürümeye devam etti. Midem gerçekten kötüydü, onun yanında kusmak istemiyordum. Başka şeyler düşünmeye başlayarak gökyüzüne doğru baktım.

Hava kapalı ve karanlıktı. Saatin kaç olduğundan haberim bile yoktu. Partisine gitmek istemediğim adamın kollarında sarhoştum. Gökyüzünün görüntüsü beyaz bir tavanla kesilince uyku mahmurluğuma devam ederek gözlerimi kapattım.

Geniş, beyaz bir yatağa kollarının arasından bırakılmıştım. Yatak, benim yatağımdan çok daha büyük ve rahat olsa da onun kucağında inanılmaz iyiydim.

Onunla ilk tanıştığımız partideki evde olmalıydım, merdivenleri çıkarken hatırlayabilmiştim. Ev o zaman olduğundan çok daha güzeldi. Berbat balonlar ve uyuyan insanlar olmadığında her yer daha güzeldi.

Yatağın kenarına oturup bootielerimin fermuarını çekti. Rahatsızlaşmaya başlayan topuklularımı çıkarınca büyük bir rahatlama hissetmiştim.

"Miden nasıl?" Ellerini bacaklarıma koyarak bana baktı. Kusma isteğim aklıma geldiğinde kıvrıldığım bu yerden hızla ayağa kalkıp düşecek gibi oldum. Beni son anda tutmuştu, yakınlığı başımı döndürüyordu.

"Lavabo?" Diyebildim içtiklerimi boşaltmadan önce. Elimden tutarak odasındaki bir kapıdan içeri soktu. Tanrım, odasında da bir lavabo vardı. Asistanlık elbette bir insanı bu kadar zengin yapmazdı, o Jack Anderson'du. Dünyanın en güçlü kadınının tek çocuğu.

EylülOnde as histórias ganham vida. Descobre agora