Yirmi Dokuzuncu Bölüm

255 12 4
                                    

"Sana küçük bir çocuk olduğumu düşündüren şey neydi?"

Dylan, arabanın istikametini köprüye doğru çevirirken böyle sordu. Derin bir iç çekip gözlerimi yumdum. Neden Selena'nın dediği gibi tatlı bir anı olarak kalmamıştı? Yaklaşık on beş dakikadır tüm sorularına suskunluğumla cevap veriyordum. Mert'e açıklama yapamadan çocuğun koluna yapışmıştım. Sanırım, onu evime götürüyordum. "İleriden sağa dön." Diyebildiğim tek şey bu oldu.

"Neden bana küçük bir çocukmuşum gibi davrandın? Ben böyle bir yalanı haketmedim!"

Delirecekmişim gibi hissediyordum. Yalanlar üzerine kurulu hayatım, gerçekliğimin eteklerine bulaşmıştı. Nasıl engelleyeceğimi ya da nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Aslında bazen hangisi gerçek, hangisi yalan karıştırıyordum. "Sana bir çocuk gibi davranmadım."

Yeni bir yalanı savundum.

"Bana bir hiçmişim gibi davrandın!" Bağırdığında tek elimi alnıma çarptım. Keşke Dylan bir radyo falan olsaydı. Sesini kısabilir ya da sonsuza kadar kapatabilirdim. Aslında gerçek hayatımızda insanlar üzerinde kullanmak için böyle özelliklere kesinlikle ihtiyacımız vardı.

"Öyle yapmak zorundaydım, tanrım! Senden kaçtım ama peşimden geldin. Beni öptüğün zaman senden kaçmıştım."

Pekala, bir pislik gibi konuşuyordum. Ama haklı bir pisliktim. Ne diye drama yaratıyordu ki? Ona gerçek kimliğini bile göstermeyen bir yalancıydım. Ben, Dylan için bir yalandan ibarettim, aramızdaki şey de öyle olmalıydı. Yüzünü buruşturarak başını salladı.

"Senin için iyi şeyler hissetmiştim, her zaman böyle mi yaparsın? Sıkıştığında hep kaçar mısın?" Tanrım, kesinlikle delirecektim. "Ben kaçmadım! Los Angeles da geçici bir hayat kurdum ve onu bırakıp gerçek hikayeme döndüm. Ne bekliyordun? Benim için hissettiklerin senin problemin."

"Bana önemli biriymişim gibi hissettirdin! İnsanların duygularıyla oynadıktan sonra öylece çekip gidemezsin."

Haklıydı. Bu yüzden susup başımı koltuğa yasladım. İnsanların duygularıyla öylece oynayıp gidemezdiniz. Sonuçları, yaralı yürekler doğururdu. Cümlesi beni derinden etkilemişti. "Özür dilerim."

"Özür mü dilersin? Hah! Sizin gibiler için özür dilemek ne ki? Kocanla tartıştın ve kendine kısa bir eğlence aradın, değil mi? O kısa eğlence de ben oldum!"

Ona bir çocuk gibi davranmamamı söylüyordu ama asıl öyle davranan oydu. Hiçbir şeyden haberi yokken aptalca şeyler için tahminler yürütüyordu. Kocamla tartışıp kısa bir eğlence aramış olmam, mümkün değildi. "Düz ilerle." Evime döneceği sapağı geçmek üzereyken böyle söyledim.

"Beni nereye götürüyorsun?"

Hesap vermekten yorulmuştum fakat yine de pes etmedim. "Evime götürüyorum, kalacak bir yerin yoktur diye tahmin ediyorum." Cevap vereceği sıra kucağımdaki telefonun titrediğini hissettim. Kocaman bir Mert Borak görüntüsü ekranı süsleyince gözlerimi istemsizce devirmiştim.

"İstersen ben cevaplayayım," Dylan, çarpık bir gülüş ile iğneledi. "Kocanın bazı gerçeklerden haberi yokmuş gibiydi." Gerçekten bir adet kapatma tuşuna ihtiyacım vardı. "Kapat çeneni." Telefonu yorgun argın açtım.

EylülWhere stories live. Discover now