On Altıncı Bölüm

358 14 11
                                    

"Bir gün her şeyin daha iyi olacağını düşünmek, umudumuz; bugün her şeyin iyi olduğunu düşünmek, yanılgımızdır." Emilie'nin ofisindeki Voltaire tablosu böyle diyordu. Geniş saten boyalı duvarlardaki çerçevelerden yalnızca bir tanesiydi. Haklıydı, Voltaire. Bugünün iyi olduğunu düşünmek yanılgımız olurdu. New York'un havası yağışlı, kasvetliydi. Saçlarımı ıslatmasına izin vermediğim gökyüzü sanki benim için ağlıyordu.

Derin bir nefes aldım, uzun süredir bu kadını kendime düşman bellemiştim. Muhtemelen o da başarım yüzünden içten içe bana kin, nefret besliyordu. Belkide duygularını saklamıyordu, gözlerine baktığımda düşüncelerini okuyabiliyordum.

"Bu," dedim tüm gece hazırladığım metni masasına bırakarak. Tekrar bir nefes daha aldım, bedenime yapışan askılı siyah dar elbise sanki beni boğmak üzereydi. Üstelik elli kilodan kırk dokuza çoktan düşmüş olmama rağmen.

"Bu benim istifam, buraya kadar."

Duyduğu şeye gözlerini kocaman açtığında omuzlarımdan bir yük kalktı. Kuş gibi hafiflemiştim, kapıyı çarpıp eşyalarımı topladıktan ve maceramın sonuna geldikten sonra böyle hissetmeyecektim. Acı tekrar ruhumu ele geçirip günlerdir yaptığı gibi içime işleyecekti.

Ashley'in düğününü terk edeli üç gün oluyordu. "Ben Angela ile evleniyorum" Jack, ciğerlerimi parçalayarak böyle söylemişti. Kelimeleri tek tek beynimde ayırıyor, üzerinden geçiyordum. Evlenmek terimini o an için unutmuştum. Sözlük anlamı neydi bilmiyordum bile. En yakın arkadaşımın düğününde olmama rağmen, evliliğin anlamını unutmak istemiştim.

"Nasıl, nasıl yani?" Gözlerimi delirmiş gibi kırpıştırdım. Uzun süre yüzüne baktıktan sonra böyle sormuştum. Surat ifadesi gelecek olan kasırgaya hazırlık yapıyor gibiydi.

Cevap vermeden uzun parmaklarına baktı, tek bir söz etmiyordu. "Nasıl evlenmek?"

Göz kapakları sıkıca aşağı düştü, geri açtığında yüzüme oturttuğum şokla hâlâ bir cevap bekliyordum. "Herkesi yaralıyorum, sonsuza kadar gitmenin daha iyi olacağını düşündüm."

Düşünmüştü, hayatında ilk kez kendini değil başkalarını düşünmüştü. Ama bunu, yine başkalarının hayatlarını mahvederek yapıyordu. "Biliyorum," dedi sessizce. "Benden nefret ediyorsun ama bunu yapmak zorundayım. Angela'yı yaralamak istemiyorum."

Evet, içime dokunarak tamda böyle söylemişti. Angela'yı yaralamak istemiyorum. Cümleyi kendi kendime tekrar ediyordum. Ben ne olacaktım? Onu yaralamak istemiyordu, pekala. Ya ben? Milim milim bölünüyordum, acıyla yaptıkları yüzünden kıvranıyordum. Ama bu herif kızı yaralamak istemiyordu.

"Ne zaman?" Yerdeki çimenlere takılı kaldığımda yalnızca böyle söyleyebildim. Zamanın, mekanın hiçbir önemi yoktu. Sadece konuşmak istiyordum, susup köşeme çekildiğimde sessizliğin beni öldüreceğini biliyordum.

"Bu bahar," dedi beklemeden. Bunu tam olarak ne zaman düşünmüşlerdi, evlilik teklifi ne zaman gerçekleşmişti en ufak bir fikrim bile yoktu. "Beni onunla daha fazla görmeyeceksin, bir de bu yönden bak. Düğünden sonra İngiltere'ye yerleşmeyi düşünüyoruz. Tedavi görecek, sinirleri alt üst olmuş durumda. Biliyorum bana karşı yoğun bir nefret duyuyorsun ama-"

Ellerimi tokat atar gibi yüzüme kapattım. Susmak zorunda kaldığında şiddetle bağırıyordum. Olduğum yerin, bugünün güzelliğinin zerre önemi yoktu. "Senden nefret falan etmiyorum! Senden tiksinmiyorum bile. Sen, sen benim için hiçbir şeysin! Hayatıma nasıl girdin?" Delirmiş gibi bağırıyordum. Beklediği tepki bu değildi. "Seni onunla daha fazla görmeyeceğim ama düğününde bir köşede en iyi elbisemi giyip sizi alkışlayacağım, öyle mi? Belkide annen nedime falan olmamı ister!"

EylülWhere stories live. Discover now