Soğuk hırkamın altına girerek vücudumu titretiyordu. Aldırmamaya çalışarak seri adımlarla bahçeden çıktım ve hala yerde ayağa kalkmaya çalışan Batu'nun yanına gittim. Yarı kapalı gözleri beni bulduğunda kaşlarını çattı. Bir süre öylece baktıktan sonra "Melis?" dedi harfleri ağzında yuvarlayarak.

"Benim," dedim, Batu'dan gelen içki kokusundan dolayı yüzümü buruştururken.

"Nasılsın?" diye sordu boş bir yüz ifadesiyle.

"İyiyim Batu, sen?" diye sordum onu nasıl eve götürebileceğimi düşünürken. Acaba babamı mı çağırsaydım?

"Çok iyiyim. Hatta turp gibiyim, görmüyor musun?"

"Görmez olur muyum hiç? Leş gibi kokuyorsun."

"Hadi ya?" dedi kendini koklamaya çalışarak. "Çok mu iğrenç kokuyorum? İyi de ben koku alamıyorum ki!"

"Alamazsın tabii," dedim kolundan tutarak. "Beni tanıman bile büyük bir şey. Kim bilir ne kadar içtin?"

Benden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Baya bir uğraştıktan sonra nihayet ayağa kalkabilmişti. Tabii bu sırada da kaç bardak içtiğini anlatmaya çalışıyordu. Anlamadığım bir dilde...

Ayağa kalktığında tekrar düşmesinden korkarak kolunu omzuma atmasını sağladım ve sıkıca belinden tuttum. Batu ağırlığının çoğunu bana yüklerken bir an öleceğimi sandım. Çok ağırdı.

Yavaş adımlarla eve doğru ilerlerken, birinin bizi görüp görmediğini anlamak için ara ara etrafa bakıyordum. Neyse ki kimse bakmıyordu. Yani bize. Zira Batu bakışlarını bir saniye olsun yüzümden çekmiyordu. Sarhoşluğuna verip aldırmadım. Bir yandan da burnumdan nefes almamaya çalışıyordum. Cidden iğrenç kokuyordu.

Zar zor evin kapısına ulaştığımızda "Anahtarın nerede?" diye sordum. "Anahtar mı?" diye sorup kaşlarını çattı. "Sakın bana anahtarının olmadığını söyleme," dedim sinirle. Bu eziyeti boşu boşuna çekmiş olamazdım.

Batu omzumda olmayan elini cebine attı ve anahtarı çıkardı. "İşte," diyerek bana uzattığında, anahtarı alıp kapıyı açtım ve onu içeri taşıdım. Aslında niyetim salondaki koltuklardan birine yatırıp bırakmaktı ama Batu merdivenlere yönelince duraksadım.

"Nereye gidiyorsun?"

"Odama çıkacağım."

"Batu seni oraya kadar çıkaramam. Bak buraya yat, ayılınca çıkarsın odana," dedim bıkkınlıkla.

"Olmaz," dedi kolunu omzumdan çekerek. "Sen git. Ben çıkarım," diyerek merdivenlere yöneldiğinde sinirle ofladım. Bu halde değil yukarı çıkmak, basamakları bile doğru düzgün ayırt edemezdi.

"Bela oldun başıma," diyerek arkasından gittim ve tam ilk basamağı çıkacağı an yeniden kolunun altına girdim. Yavaşça merdivenleri çıktıktan sonra onun odasına doğru ilerledim. Aklıma beni buradan kovuşu gelince duraksadım. Ben kapalı kapıya bakarken, Batu yüzüme bakıp "Ne oldu?" diye sordu. Ona cevap vermeyerek ilerlemeye çalıştığımda bu sefer beni durduran o oldu.

"Özür dilerim," dedi. Ona baktığımda yüzünden samimi olduğunu anlayabiliyordum. Gerçi bu haldeyken yüz ifadesine ne kadar güvenmem gerektiği tartışılacak konuydu ya, neyse.

"Aslında seni kovmak istemedim. Sadece onun resmini gördüğünü bilmek beni sinirlendirdi."

Neyi kastettiğini anlayarak "Boş ver, önemli değil," dedim hızla. Sarhoş kafayla normalde anlatmayacağı şeyler söyleyebilirdi ve ben onun bu halinden faydalanmış gibi olmak istemiyordum.

İKİ YARALI |Tamamlandı|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin