Bölüm 16

8.1K 555 26
                                    

Yeni bölümümüz geldi. Sahurdan sonra uyumadım öyle yazdım. Kontrol etmeden atıyorum yazım hataları olabilir şimdiden özür dilerim. 

 Multimediadaki şarkı benim Canan'la Bertan'a çok yakıştırdığım bir şarkı dinlemenizi tavsiye ederim :) Bana yorumları ve oylarıyla destek olan bütün okuyucularıma teşekkür ederim :))


       Önder hastaneden çıktıktan sonra kendi evine geçmek yerine ailesinin evine gitmiş çocukluğunun geçtiği odaya girmişti. Ne zaman düşünmek istese kendi evine gitmek yerine buraya  gelir o gece odasında uyurdu. Odasının duvarlarında annesinin kazandığı plaketler babasının aldığı onur belgeleri gençliğindeki spor müsabakalarında kazandığı madalyalar ve polis akademisini birincilikle bitirmesi üzerine verilen bir kaç belge daha asılıydı. Her zaman huzur bulduğu göğsünü gururla kabartan bu oda bu sefer Önder'i boğmaya başlamıştı. Duvarlar üzerine üzerine geliyor yaptığı hatayı yüzüne vuruyordu sanki. Zeynep sadece kardeşini korumaya çalışan masum bir kızdı. Evet hırsızlık yapmış ama masum. Vicdanı susmuyordu şimdi. Ne zaman gözlerini kapatsa Zeynep'in Zehra'nın kucağına yığılışını görüyordu. Gözleri kapanmadan önce kardeşini korumuş olmanın verdiği o haklı gurur parıltılarını görmüştü. Hastanede kimsesiz tek başına yatıyor oluşu hiç içine sinmiyordu. Ani bir kararlar yatağından kalkıp gerisin geriye hastaneye gitti.

       Özlem hanım oğlunun gidişini odasının penceresinden huzursuz gözlerle izlemişti. Çünkü bilirdi oğlu ne zaman dara düşse gelir eski odasında kalırdı. Çok gururlu bir çocuktu Önder. Asla boyun eğmez dert yanmaz zayıflıklarını kimseye göstermezdi. Özlem hanım oğlunu bazen bu kadar sert yetiştirdiği için pişman olsa da oğluyla gurur duyuyordu.

       Bertan sabaha kadar Osman'ın izini sürmüş az çok nereye gittiğini tahmin ediyordu. Otobandan Çeşme yokuna çıktıktan sonra Germiyan köyü sapağının ilerisine kadar takibi sürdürmüş fakat sol taraftaki dar toprak yola saptıktan sonra izi kaybetmişlerdi. O yol yaklaşık 1950 senesinden beri terk edilmiş durumda olan Karaköy'e varıyordu. Harabelerden başka bir şey bulunmayan viran, koskoca bir köy. Bertan düşünmekten çıldıracak vaziyetteydi. Arabalarla gitmeleri mümkün değildi daha köye girer girmez biz geliyoruz diye bayrak sallamaktan başka bir işe yaramazdı. Osman'ı tekrar elinden kaçırmayacaktı. Damarlarındaki kan alev almış gibiydi. Etini yakıp kavuruyordu. İlk kez böyle yakıcı bir öfke hissediyordu. Öfkesinin bir kısmı da kendisineydi. Bertan köyün 500 metre gerisine ve ilerisine ekip gönderdikten sonra biraz dinlenmek için Mehmet komiserin odasına çekildi. Köyden çıkarlarsa mutlaka haberi olacaktı. Şimdi tek yapması gereken biraz dinlenmek ve operasyona hazırlanmaktı. 

       Selin, Mehmet'ten önce uyanmanın keyfini sürmüş yüzünün her bir karesini zihnine kazırcasına izlemişti Mehmet'i. Parmak uçlarını sakallarında gezdirmiş uyandırmamak için fazla da dokunamamıştı. Bir adamın bu kadar güzel olması günah sayılmalıydı. Kirpik uçlarından tut her bir saç teli ayrı ayrı yüreğini hoplatıyordu Selin'in. Mehmet hafifçe kıpırdanıp gözlerini kırpıştırarak açtığında Selin soluğunu tutmuş gözbebeklerini görmek için çırpınıyordu. Mehmet'in göz bebekleri Selin'in bütün gökyüzüydü. Güneşi Mehmet'in göz bebeklerinde doğup yine orada batıyordu. Mehmet Selin'in önceden uyanıp kendisini seyrettiğini fark edince tembel bir gülümsemeyle;

"Günaydın Süreyya'm." 

Selin kızması gerektiği halde kızamıyor aksine Mehmet o boğuk sesiyle Süreyya'm dedikçe yıllarca nefret ettiği kullanmak istemediği ismi kulağına daha bir hoş geliyor daha bir seviyordu.

"Günaydın canım, nasıl oldun ağrın var mı? Ağrın yoksa eve gidelim ben evde sana daha güzel bakarım iki güne ayağa kaldırırım vallahi. Pansuman yapmayı falanda gitmeden göstersinler onu da yaparım evde hemşireye falan gerek yok. Ay zaten bir görsen hepsi suratsız mendebur bunlar. Ben en iyisi doktoru çağırayım geleyim bir kontrol etsin öyle karar veririz."

İLLEGAL AŞKLARWhere stories live. Discover now