"Jimin, benimle çıkar mısın?"

362 45 83
                                    

Cümle beynimde tekrar ederken kabullenmek istemediği için anlamamazlıktan geliyordum. Bu çok saçmaydı, benim annem hasta olduğu için ölmüştü.

"Annem hastaydı."

Müdür Halord iç çekmiş ve kafasını iki yana sallamıştı.

"Evet, bu doğru. Ama enerjisini düşüren tek şey hastalığı değildi. Sevdiği adam, annenin erken ölümüne sebep oldu."

Siyah zemin üzerindeki beyaz noktaları izliyordum. Artık hiçbir şey doğru gelmiyordu, hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Kendimi aptal gibi hissediyor ve gerçeklerin ne olduğunu anlayamıyordum.

Herkes ayrı bir şey söylüyordu, annem, babam, Müdür Halord. Başımı kaldırıp sakin bir şekilde dediklerini hâlâ sindiremediğim müdürümüze bakmıştım. Tabii ki anneme inanacaktım, yaşadıkları hakkında tek söz sahibi olan kişi annemdi benim için.

"Mektupta öyle demiyordu."

Müdür Halord'un kaşları hafifçe çatılmış ve meraklı gözleriyle beni izlemişti.

"Ne mektubu?"

Bundan bahsetmekte bir sorun yoktu, okumuştum bile.

"Annemin bana bıraktığı mektup."

Hâlâ anlamaz gözlerle beni süzerken, konuşma sırası bendeydi.

"Bana sevdiğim kişiyle birlikte olmamı söylemiş. Anlattıklarınızın tam olarak doğru olmadığını düşünüyorum. Eksik bir şeyler var, öyle değil mi?"

Kafasını hafifçe yukarı kaldırmış ama gözlerini benden ayırmamıştı, bir süre öylece bana bakmış ve tekrar konuşmaya başlamıştı.

"Park Jihyo, benim kızım gibiydi Jimin,"

Gözlerinin dolduğunda şahit olmuştum ama duruşumdan ödün vermemeliydim. Sessizce devam etmesini beklemiştim.

"Benim öğrencimdi, ama her zaman bir adım daha yakınımda. Yüzünden asla eksik etmediği o gülümsemesi, görenlerin de tebessüm etmesini sağlardı, gözlerindeki o ışığı her gördüğümde, evet, hayatta yaşamaya değer şeyler gören bir öğrenci var, diyerek içim neşeyle dolardı."

O anlattıkça göz yaşlarımı tutmam daha da zorlaşmıştı, benim annemi, bana anlatıyordu ki bu çok daha acı bir durumdu benim için.

O da benden farklı değilmiş gibiydi, gözleri parlıyordu.

"Ama sonra, birini sevdi. Daha çok gülümsedi, gözlerindeki ışık daha da büyüdü. Bana anlatırdı her gün, hoşlandığı kişinin ne kadar nazik ve iyi biri olduğunu. Anlatırken o kadar heyecanlanırdı ki, durmadan aptal âşıklar gibi gülümserdi, ne zaman ondan bahsetse, gözlerindeki ışık sanki kör olmuşçasına parlardı ve ben onun için ne kadar mutlu olurdum bir bilsen."

Sesi titreyince dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı hafifçe yukarı kaldırmıştım, her ne kadar göz yaşlarımın yanaklarımdan usulca akmasına engel olamasam da.

O ise gülümseyerek anlattığı şeyler, sanki acıya dönüşmüş gibi göz yaşlarını akıtmıştı.

"Sevdiği kişinin Jeon soyundan olması, bir sorun teşkil etmiyor gibiydi. Ne etrafındakilere, ne de Jihyo'ya karşı bir zararı yoktu, sadece bazen fazla kıskanç oluyordu. Jihyo, onun gözlerinin kendisine bakarken saniyelik siyaha dönüşünden ne kadar hoşlandığından da bahsetmeden edemezdi. Sevgili oldular ve 2 yıl üst üste yılın çifti seçildiler. Herkes onları kıskanıyordu, uyumları kimsenin ulaşamayacağı bir seviyeydi sanki."

Sonunu duymak istemiyordum, çünkü biliyordum ki elbet bu kadar büyülü bir aşk hikayesinin sonu, iyi bitmeyecekti.

"Ama Jihyo'nun dönüşemeyeceğini öğrendiğinde, onu terk etti."

Love or the lack thereof | KookminWhere stories live. Discover now