Bölüm 19

302 20 48
                                    

Ülkenin kuruluşundan bu yana dövüş sanatları üzerine mektuplara yönelik ön yargıya rağmen; ne imparatorluk sarayında, ne de en kirli sokaklarda bir adamı/bir askeri tanımayan tek bir kişi bile yoktu.

Bu asker, Yüce Rui'nin askeri dünyasında bir numara olan denizlerin koruyucusu Heng Ziyu'ydu.

Huizhou'da halktan biri olarak doğmuştu, on yedi yaşında orduya katılmıştı ve on dokuz yaşında Yi Hui'nin kaptanı olarak Xuan Wei'nin ordusunun albaylığına alınmıştı. Yong Guang'ın dördüncü yılında, Kuzey Dian ilçesinin valisi askeri gücünü kötüye kullanmıştı ve Lin'in yerel yerlileriyle gizlice anlaşma yapmıştı. Kraliyet fermanı uyarınca, Xuan Wei'nin albayı olarak birliklerini batıya yönlendirmişti ve Yi Hui'nin kaptanı olarak savaşa girmişti. Birlikler önce kafa kafaya çarpışmışlardı, daha sonraysa sık bir orman parçasını keserken bile teslim olmayacak kadar inatçı olan Tepe Barbarları'yla karşılaşmışlardı. Heng Ziyu öfkeyle tüm kabileyi öldürmüştü ve yol boyunca tüm Lin yerlilerini yenerek Kuzey Dian'ı tamamen geri almıştı. Böylece You Ji'nin yarbay rütbesine yükselmişti.

Yong Guang'ın altıncı yılında Jin An ilçesi korsan saldırılarına maruz kalmıştı. Heng Ziyu bu sefer de kraliyet fermanında söylendiği şekilde ülkeyi savunmuştu. Sonra da veba ve selin üstesinden gelerek barajın yıkılmasını ve korsanların amansız bir şekilde takip edilmesini kararlılıkla emretmişti. O zamandan beri korsanlar, ağır kayıpları nedeniyle sınırlarımızı ihlal etme yeteneklerini tamamen kaybetmişlerdi.

O yıl, Heng Ziyu'ya kayda değer başarıları nedeniyle (mareşal), marki lordu ve denizlerin koruyucusu unvanı verilmişti. Bu, Yüce Rui'de bir askerin alabileceği en yüksek onurdu.

Hikaye anlatıcılarının bir tür efsanevi yaratık olarak tanımladığı bu kişi şu anda tam önümde duruyordu. Bir askeri yetkili olmasına rağmen üzerine zırh değil düz siyah bir cüppe vardı. Yürüyüşü kendinden emin ve heybetli, gözlerindeyse askeri bir özellik olan sert bir bakış vardı.

Görevli, onun geldiğini bildirmek için geldiğinde Heng Ziyu kollarını kavuşturmuş vaziyette beyaz korkuluğun yanında duruyordu ve uzaktaki saraylar ile salonlara bakıyordu. Bana baktığında dudakları kıvrılmıştı ve sanki bana tepeden bakıyormuş gibiydi.

"Sen, Altın Muhafız mısın?" diye yüksek sesle merağını dile getirdi.

Ailemin geçmişi nedeniyle bu yüksek maaşlı pozisyonu alan zengin çocuğu olarak, zincirin en altından yukarısına doğru mücadele edenlerden ve servetlerini kendileri elde edenlerden küçümseyici bakışlar almak çok doğaldı. Soğuk bir kahkaha atarak bakışlarımı kaçırdım. Onunla konuşmak istemiyordum.

Alay ederek "Sürekli Bakan Han'ın ülkeyi ve kendi evini yönetme konusunda çok katı olduğunu duyuyordum. Onun için iyi olan, ülkemizin ihtiyacı olduğunda kendi kanını bile savaşa göndermesiymiş demek" dedi.

Cevap olarak homurdandım ve ona göz ucuyla bakarak "İkimizin de bildiği şeylere dikkat çekmenin ne anlamı var Mareşal Heng?" dedim.

Korkuluklara yaslanıp yukarıdaki uçan bulutları izleyerek yanıtladı. "Çünkü sen yarım savaşçı sayılırsın."

"Ben bir muhafızdan başka bir şey değilim. Abartıyorsun(!)." Dayımın daha erken çıkmasını umarak sarayın kapılarına baktım.

Gözleriyle yüzümü tarıyordu. Bakışlarını aşağı doğru kaydırarak ellerimde durdu. "Kılıç savurdun ve yay kullandın; o yüzden en azından yarım savaşçı sayılabilirsin."

İki başparmağım ve işaret parmaklarım arasında bir türlü kaybolmayan kalın nasırlara baktım. Onlar, gençliğimde yaşlı morukla yaptığım kendimi korumak ve burayı terk etmek için olan eğitimlerimdendi. Yine aklıma düşmüştü. Ellerimi sıkıca kapatıp ona baktım. "Sanırım şimdi bana ata binmeyi bilip bilmediğimi ya da daha önce birini öldürüp öldürmediğimi soracaksın."

Cold SandsWhere stories live. Discover now