Bölüm 13

494 43 47
                                    

Bunu söylediğini duyunca çaresiz bir şekilde gökyüzüne baktım.

Kapının dışında saklandığımı nereden bilmişti? Üçüncü bir gözü falan mı vardı?

Murong Yu son birkaç gündür ön cepheyle uğraşmakla meşguldü ve ben bu durumdan rahatsız değildim. Yeterince yalnız zaman geçirmiştim, ama gerçekten son konuşmamıza geri dönmek istemiyordum. Bu yüzden en iyi yol ondan kaçınmaktı, ancak bu taktik de artık bir işe yaramıyordu.

Tereddütle kem küm ettim.

Murong Yu yukarı bakmıyordu. Arkasındaki ışık, gözlerini ve duygularını gölgelerin içine gizlemişti. Alnı eliyle desteklenmiş şekilde önüne serilmiş parşömen yığınlarını tek kelime etmeden çevirmeye devam ediyordu.

Bu neydi böyle? Benim burada ayakta dikildiğimi görmüyor muydu? Yoksa işleri benim için zorlaştırmak mı istiyordu?

Odadaki hava neredeyse hareketsizdi. Ona hızlıca bir göz attım ve tam dışarı çıkmak üzereyken "Gidebileceğini söyledim mi?" diyen sesini duydum.

Çok yüksek sesle konuşmamıştı, ama sesi hala alışılagelmiş bir güç ve soğukluğa sahipti. (Bu ses tonu) içinde bulunduğum tuhaf noktayı fark etmemi sağlamıştı; ben, hayatı ve geleceği başka birinin elinde olan bir mahkumdum. Başımı önüme eğerek kıpırdamadan durup kibar bir sesle "Senin için ne yapabilirim ekselans?" diye sordum.

Fırçasını aldı ve sol eliyle masanın üzerindeki tepsiyi işaret ederek fırçayı mürekkep haznesine daldırdı. "Çıkar şunu."

Onun emrine itiraz edemezdim, bu yüzden temkinli bir şekilde masaya geçip tepsiyi aldıktan sonra doğruca kapıya doğru koştum. Ama tam kapıya geldiğimde aklıma bir soru geldi.

Ona sormak için arkamı döndüm. "Dışarıda olduğumu nasıl bildin?"

Önceki göz kırpmayan, hareketsiz durumuna dönmeden önce bir an durdu ve raporlarını okumaya devam etti. "O veledin (Xiao Qinyun'un) nasıl hizmet edeceğini bildiğinden şüpheliyim. Gerçekten de sıcaklığı tam olarak düzeltebileceğine inanmamı mı bekliyordun?"

Oh. Bu doğruydu...

Pekala, her neyse. Böyle rastgele bir soru sorarak kendimi küçük düşürüyor olmalıydım.

Tam ayrılmak üzereyken, arkamdan öksürdüğünü duydum. Çabucak dönüp baktım ve yüzünü ekşittiğini ve ağzını kapatarak bir eliyle çaydanlığa uzandığını gördüm. Neden bilmiyordum ama hemen o elini tuttum.

"Öksürürken içme."

Bana şaşkın bir bakışla baktı.

"Eğer öyle yaparsan boğulursun" diye açıkladım. "Sadece birazcık iç."

Beni izliyordu.

Eylemlerimin bilincine vararak gergin bir şekilde kıkırdayıp elini bıraktım. "Eee, o zaman seni işinle baş başa bırakayım, senin-"

Daha sözümü bitiremeden bileğimi kapmıştı.

Dışarıdaki gökyüzü gittikçe kasvetli bir hal alıyordu. Bir fırtına kopmak üzereydi.

Murong Yu, dudakları hafifçe kıvrılmış şekilde bana karşı okunamaz bakışlarını sürdürürken "Sen... Beni önemsiyor musun?" diye sordu.

Öylece kalakaldım. Bir süre yüzümü inceledikten sonra tutuşunu sıkılaştırdı. İnce, uzun parmakları garip bir şekilde soğuktu. Sadece avuç içinde bir parça sıcaklık bulunuyordu.

Elimi çekip geri adım atarak onu gözümün önünde tuttum.

"Ekselans, abartıyorsun" diyerek kapıdan çıkmadan önce sinirlerimin yatışmasına izin verdim.

Cold SandsOnde as histórias ganham vida. Descobre agora