Bölüm 17

310 27 21
                                    

Siyahtı. Zifiri karanlıktı.

Karanlıkta gözlerimi kocaman açtım ve hiçbir şey göremediğimi fark ettim. Sadece yere çarpan at toynaklarının sesini duyabiliyordum. Bir de sürekli sallanma vardı. Panik içinde bağırmaya çalıştım, ancak ağzıma tıkılmış bir bez parçası bulunca sesin kaçmasını engelledim.

Gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Hala aynı karanlıktı.

Bu neydi böyle?!

Boynumu biraz hareket ettirdiğim anda acıyla sızlamaya başladı. Bağırdığım andaysa göğsümde donuk bir ağrı vardı.

Doğru. Boynum…. Gözlerimi kapatarak sallanan karanlıkta Murong Yu'dan ayrıldıktan sonra olanları hatırladım.

Ellerinde kartlarıyla birkaç devriyeye rastlamıştım ama bir zarar vermemişlerdi. Daha sonraysa öğlen saatlerinde Yan kampının kenarına varmıştım. Hemen gitmek istemiştim ama atımın suya ihtiyacı vardı, tıpkı benim ihtiyacım olduğu kadar... Bu yüzden bir su kaynağı bulmuştum. Ardından attan atlayarak elime biraz su almıştım, ama daha dudaklarıma ulaştıramadan göz ucuyla ağaçların arasında birkaç gölge yakalamıştım.

Panik içinde atımla kaçmak için dönmüştüm ama gölgelerden biri çoktan görüş alanıma girmişti. Çelik gözleri maskesinin ardında parlıyordu. Omuzlarıma zarar vermişti ve tam uzanmaya çalışırken diğer eliyle boynumu kesmişti. At telaşla kişnerken, kaldırdığım kolum hedefine ulaşmadan yanıma düşmüştü ve hemen ardından üzerime bir karanlık çökmüştü. Hatırladığım son şey, omuzlarımın sıkı bir şekilde kısıtlandığı ve bir santim bile kıpırdayamadığımdı.

İçimden bir ürperti geçti ve boynumdaki şiddetli ağrı beni şimdiki zamana geri çekti. Kalbim şiddetle çarpıyordu. Küt-küt, küt-kütAdeta ışıksız, dar alanda yankılanıyor gibiydi. Kalbim göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi geliyordu.

Etrafımı görmeye çalırken dehşet içindeydim; topallıyordum ve sadece parmaklarımı hafifçe kıpırdatabiliyordum.

Nefes al. Nefes ver. Nefes al. Nefes ver. Birkaç tekrarla hemen kendimi sakinleştirdim.

Sonra da kendimi biraz kaldırarak ellerimi dikkatlice ileriye uzandım. Avuçlarım soğuk ve sert bir şeyin üzerinde kayıyordu. Biraz daha araştırdıktan sonra bir fikir edinmeye başladım.

Dıgıdık, dıgıdık, dıgıdık. Bu dört nala koşan bir atın sesiydi. Birbirlerine çarpan tahtaların gümbürtüleri de vardı. Zayıf bir şekilde başımı salladım. Bu muhtemelen hareket eden bir vagondu ve ben bu vagondayken uzun, dar bir kutunun içinde gibiydim.

Uzun bir kutu, ha. Hiç şüphe uyandırmayan, uyan tek bir şey vardı.

Rahatsızlığımı durdurmak için hızla dudaklarımı ısırdım.

Bana kim saldıracaktı? Ve beni nereye götürüyorlardı?

Hiç düşmanım olduğunu hatırlamıyordum ve bana karşı bu kadar büyük bir kin besleyebilecek birini de düşünemiyordum. Sırtımda hissettiğim şey üşüme ve soğuk terdi.

Aklımdan milyonlarca fikir geçiyordu. Kendimi tekrar sakin olmaya ve karanlıkta sessiz kalmaya zorladım; ama ezici korku ve yalnızlık bana saldırıyordu.

Nerede olduğumu bilmiyordum. Etrafımda kim vardı bilmiyordum. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum.

'Sakin ol, Han Xin. Sakinleşmen gerek.

Bununla ilk kez karşılaşmıyorsun. Her şeyle kendi başına yüzleşmeyi biliyorsun.'

Bir anda keskin bir ıslık sesi duydum ve vagon beklenmedik bir şekilde durdu. Pat! Hazırlıksız yakalandığım için omzumu tahtaya çarpmıştım. Dişlerimi gıcırdatarak omzumu ovdum. Sanırım konuşmalar ve belli belirsiz ayak sesleri duyuyordum.

Cold SandsWhere stories live. Discover now