Bölüm 02

663 73 78
                                    

Önümde duran genç adam; derin yüz hatları, güçlü eğimli kaşları ve kaşlarının altında yanan gözleriyle sessiz bir soğukkanlılığa sahipti. Dudakları düşünüyormuş gibi sert bir çizgi oluşturmuştu, ama gözleri bıçak gibi deliciydi. Sessiz soğukkanlılığı bile gözlerindeki şiddetli aurayı gizleyemiyordu. Omuzlarında ağır, parlak bir gümüş zırh seti duruyordu. Göğüs kısmındaki altın oymaların arasında görkemli bir şahin vardı.

Bense muhtemelen şu an bok gibi görünüyordum; dağınık saçlar, parçalanmış giysiler, kirli bir yüz... Bir de ona bakın; iyi giyimiyle resmen hükmeden bir hava yaratıyor, otomatik olarak üstünlük sağlıyordu. Adeta etim kemiklerimden kopuyormuş gibi hissettiren acıyı görmezden gelerek kendimi yukarı doğru ittim ve üzerimdeki kirin bir kısmını silkeledim. Sonra da aurasından korkmadan yukarı baktım.

Gözlerini kısarak yüzüne sempatik olmayan bir sırıtış yerleştirmişti.

Kaşlarını kaldırarak "Han Xin?" diye sordu.

Ah, tam da kraliyet ailesinden beklenilen gibi biriydi. Ağzından çıkan iki basit kelime bile kraliyet soyundan gelenlere özgü ezici bir güç duygusuyla doluydu; güçlüydü ama agresif değildi, nazikti ama zayıf değildi. Tıpkı teknik olarak bir zamanlar krallıktan ayrılmış olan benden iki yaş büyük kuzenim gibiydi. Resmen aynı kalıptan çıkmış gibiydiler. Sarayda doğduğunuz günden itibaren size kesilmiş, oyulmuş, zımparalanmış ve rafine edilmiş kraliyet ailesinin zarifliği ve ağırbaşlı sakinliği işlenirdi. Sizi adeta güzel bir sanata indirgerlerdi.

Zihnimdeki düşüncelerden kopunca ekselansın sabırla ve kibarca cevabımı beklediğini fark ettim, öyle ki beni dondurucu suyla ıslatmak için emir verenin o olmadığını bile düşünmeye başlamıştım.

"Bunu olumlu bir cevap olarak kabul ediyorum?" Bakışları neredeyse içimden geçecek kadar keskindi. Hafifçe eğilerek başka bir soru daha sordu. "Nasılsın? Bu kum fırtınası kaygılanılacak bir şey olmasa gerek."

Arkamdaki direğe yaslanıp gözlerimi kısarak baktım. Özverili ve fedakar bir kahramanmışım gibi davranamayacak kadar tembeldim.

"Ekselans, bu karara varmadan önce fırtınayı ilk elden deneyimlemen gerekir. Katılmak ister misin?"

Muhtemelen yüzümde çok ukala bir ifade vardı, çünkü göz bebeklerinin yakınındaki bazı kan damarlarının belirginleştiğini görmüştüm.

Yine de belli ki çok iyi bir yetiştirme tarzı vardı ve kendisini kolay kolay kaybetmeyecekti. Sinirlenmek yerine "Yüce Rui'nin imparatoriçesi Dowager Han'ın büyük yeğeninin geldiği durum bu demek. Şu haline de bir bak" dedi.

Soğuk ses tonu beni ürpertmişti. Saçlarımı rastgele yüzümden çekerek birkaç kez gözlerimi kırptım. "Savaş savaştır. Benim İmparatoriçe Dowager Han'ın yeğeni olmam ya da senin Yüce Yan'ın veliaht prensi olman bir fark yaratmaz, sonunda hepimizi alacak olan kişi Valkyrjalar[1] olacaktır. Haksız mıyım ekselans?"

Gözleri öfkeyle parıldadı. "Çok cüretkarsın Han Xin."

Gülümseyerek kibarca cevap verdim. "Teşekkür ederim."

Yeterince samimi görünüyor muydum merak ediyordum. Bilirsiniz, sözlerinize dikkat etmek zor bir iştir.

Hala gülümsüyordu, ancak doğrulduktan sonra yüzü anında kasvetli bir hale bürünmüştü. "Burada kimin sözünün geçtiğini anlamalısın. Şu an bu akıllıca açıklamaları yapıyor olsan bile, hayatta kalma şansından gerçekten vazgeçebilir misin?"

Kalbim kırılmıştı(!).

Ben bir aziz değildim ve kesinlikle hayatımı terk edemezdim. Ama -asker olmaktan hoşlanmasam bile- şu anda ülkemi temsil ediyordum.

Cold SandsDonde viven las historias. Descúbrelo ahora