On Altıncı Bölüm

Start from the beginning
                                    

Yumruklarımı göğsüne vurduğumda dudakları aşağı düştü. Hiçbir tepki vermiyordu. "Konuşsana lanet herif, konuşsana! Edemiyorum, senden nefret edemiyorum işte!" Ağlıyordum, bağırıyordum, göğsüne vuruyordum. Hıncımı almam için sadece bekliyordu, geri çekilme bile yoktu. Öylesine güçsüzdüm ki bir de bunun için ağladım.

Bağırarak vurmaya devam ettiğimde bizi izleyen Mert, sonunda yanımızda bitmişti. Beni göğsüne çekip bu berbat adamdan uzaklaştırdı. Hissettiğim çaresizliğin bir tanımını bile yapamıyordum.

"Götür beni," dedim suratımı gömdüğüm göğsünden. Birlikte bahçeden hızla uzaklaşıyorduk. "Yalvarırım, götür beni buradan. Allah kahretsin, kahretsin."

Asıl ana döndüğümde gözlerimi Voltaire tablosundan bir kez daha ayırdım. Bugün her şey dediği gibi, iyi falan değildi.

Derin bir nefes alıp açık klasörü kapattı, istifa metnime göz bile gezdirmemişti. Gidebileceğimi söyleyeceğini sandığımda beni şaşırttı. "En iyi asistanımın gitmesine izin vereceğimi nasıl düşünebildin? İşine dön." Metni yırtmak için tutacaktan çıkarıyordu. Ah, hayır.

Buna daha fazla dayanamıyordum. Günlerdir Jack, Angela'ya bakıcılık yaptığı için tek başıma hem kraliçe arının ayak işlerini yapıyor hemde iyi bir editör olmaya çalışıyordum. Beni yoran bu değildi aslında, o geceden beri anıyı bir kez olsun hafızamdan silemiyordum. Bu yediğim yemeklere, işime, giyimime, her zerreme yansıyordu. Vogue yazısını gördükçe Jack'i hatırlıyordum.

"Lütfen, gitmek istiyorum. Bırak beni, Emilie." Yalvarır gibi böyle söyledim. Merhametine muhtaçtım. Ayağa kalkıp kollarını göğsünde birleştirdiğinde karşımda dikiliyordu. "Bunu neden yapıyorsun?"

Hiçbir şey söylemedim. Hayalimdeki işi bırakma sebebim şuan karşımda dikilen kişiliğin baş belası oğluydu. Yalnızca susup omuz silktim. "Hiçbir yere gitmiyorsun, sana kaba davrandığım içinse özür dilerim. İnsanlarla gereksiz yere muhattap olmaktan hoşlanmayan bir yapım var." İlk kez özür diliyordu. Bu tarihe geçmeliydi, Emilie Anderson'ın ağzından üzgün bir cümle çıkmıştı.

"Hayır, sadece gitmek istiyorum."

Kararlı suratımda tek kaşı havada göz gezdiriyordu. Önce metnime, sonra bana, sonra tekrar metne döndü.

"Jack, yüzünden değil mi? Angela ile ilişkilerini görmeye dayanamıyorsun." Aslında bana soru sormuyordu, bol öngörüşlü yapısı sayesinde olduğum duruma özet çıkarıyordu. Yorum yapmadım, sessizlik ne evet ne hayır sayılırdı.

"Bundan nefret ediyorum ama sana bir kaç günlük izin ve bir çek vereceğim, Eylül. Git, gönlün nereyi istiyorsa orayı dolaş. Bu sıkıcı şehirden uzaklaşıp ayaklarının üzerinde dimdik işine geri dön." Masanın etrafında dolanıp çek defterine uzandı. İyi bir fikir sayılabilirdi, biraz tatil yapıp geri dönebilirdim. Aslında döndüğümde her şey yerli yerinde olacaktı. Jack, bu baharda evlenip yuva kuracaktı.

Belki de yanıma bir kaç eşya alıp New York'u tamamen terk etmeliydim.

"Kimsenin haberi olmayacak, Mert'in bile. Gittiğin yerde beni ara." Sonra çeki masanın diğer tarafından bana uzattı. Çeki aldığımda teşekkür edip kapıya yürüdüm. İstifamın yırtılma sesini duyabiliyordum. Profesyonellik bu olmalıydı, daha geçen gün bu binada sözlerimiz ile birbirimizin canına okumuştuk. Şimdi ise derginin kan kaybetmemesi için bana bir çek yazıp tatile gönderiyordu.

Ortalık sessiz sakinken kaşemi ve çantamı alıp çeki cüzdanıma yerleştirdim. Jack'in olmadığı masaya bakmamaya çalışıyordum. Eşyalarımı ve kalemlerimi masada bıraktım. Yalnızca Selena, Ashley ve benim mezun olurken çektirdiğimiz fotoğraf çerçevesini valiz çantama atmıştım. Gittiğimde yerime gelecek asistana bir nevi eşyalarımla şans diliyordum.

EylülWhere stories live. Discover now