30.

3.8K 561 160
                                    

Ficin main shipi jeongchan bölümü pt.2

-

Küçük kalbi hüzünle dolu omega yazdığı mektubu zarfına yerleştirirken ıslak gözleri parıldıyordu. "Bu da olmadı sanki." dedi zarfı kapatıp. Gözleri yine sulu suluydu.

"Tamam, sorun değil." Prens, arkadaşına başka bir kağıt uzattı. Onun sırtını usulca okşarken ekledi. "Bu defa gerçek hislerini yazmak ister misin?"

Jeongin, prense yakalanmış olmanın utancıyla başını eğdi. Elinin üzerindeki yaraya bakarken gözbebekleri titremişti. "Deneyeceğim." dedi zorlukla. Gerçek hislerini anlatmadığı için sevmemişti belki de hiçbir mektubunu.

"Ben dışarıdayım." Jisung arkadaşını yalnız bıraksa daha iyi olacağını düşündü. O yanında olduğu için belki de istediği şeyi yazamıyordu. Bu yüzden ondan cevap beklemeden dışarı çıktı.

Evin dışında durup ilk defa bulunduğu sokağı seyretti sırtını kapıya vererek. Bu dar sokakların basıklığı onu boğmuştu birkaç dakikada. Jeongin'in bu evde nasıl kusursuz bir omega olmayı başardığını düşünüyordu.

Ona anlatmamıştı. Jisung da sormamıştı. Tek bildiği Jeongin'in düşmediğiydi. 

Prens iç çekip sokakta telaşla ilerleyen kişilere çevirdi bakışlarını. Şimdi düşünmek yerine arkadaşına moral vermeliydi ve onu düşünmekten uzak tutabilecek şey de bu aceleci kalabalıktı.

"Nereye gidiyorlar böyle?" diye mırıldandı kendi kendine. Onun önünden geçen küçük çocuk "Lord Chan gelmiş!" diye şakıyordu. Böylece Jisung cevabını almıştı.

Bakışları inanamaz gibi kararan havaya yükseldi. Bir günlük yolu bu kadar kısa sürede alması ve mektubunun hemen sonrasında gelmesi şaşırtıcıydı. Jeongin mektubuna dönmediği için mi geldiğini düşünürken başka bir ses duydu. Beta evinden içeri doğru bağırıyordu. "Lord Minho'nun ailesi gelmiş! Kalk çabuk onları karşılamamız lazım!"

Minho'nun ailesi gelmişti. Kaledekiler gelmişti. 

Jisung, Chan'ın gelmesi ile ilgili tüm şüphe uyandıran düşüncelerini bir kenara bıraktı. Hızla içeri girip tüm odağı yazdığı mektupta olan arkadaşına seslendi. "Kaledekiler geldi."

Jeongin, parlak bakışlarını titrek bir gülüş ile kaldırdığında prens onun ne düşündüğünü biliyordu. Chan'ın geldiğini ve mektubunu kendi elleriyle verebileceğini düşünüyordu. 

Biraz öncesine kadar perişan görünen omega anında aydınlanmıştı. Hızla yarım kalan mektubunu zarfa koyup üzerini işaretledi. Tüm mektuplarını cebine sıkıştırırken alfaya hangisini versem diye düşünüyordu. Onu göreceği için içi sevinçle dolmuştu.

Jisung arkadaşındaki bariz değişime tanıklık ettiği için hoş bir şaşkınlık duyuyordu. Jeongin, sandığından daha çok hoşlanıyordu Chan'dan. 

"Gidelim mi?" dedi Jisung, misafirleri bir an önce görmek istediği için. Neden geldiklerini merak ediyordu.

"Gidebiliriz, efendim." Jeongin, genzini temizleyerek tepkilerini dizginledi. Jisung'un eskiden tanıdığı o omega gibiydi şu an. Vücudundaki ağrıları bile unutmuştu.

Prens başını iki yana sallarken evden çıktı. Kendi mektubunu masanın üzerinde unuttuğunun farkında bile değildi. Zaten asıl mektubu dün gece göndermişti. Jeongin ise arkasından yürürken elleriyle cebini yokluyor ve mektuplarını düşürmediğinden emin olmaya çalışıyordu. 

"Oradalar." dedi Jisung çenesiyle ileriyi gösterirken. Henüz at arabasından yeni inmişlerdi. Minho kardeşini sıkı sıkı sarmıştı.

Jeongin hiçbir şey demeden prensini takip ettiğinde Jisung, onun içinden verdiği tepkileri hayal edip gülüyordu. "Chan Hyung!" diye yüksek çıkan sesiyle çağırdı alfayı. Başı ağabeyinin göğsüne gömülü olan Felix dışında herkesin bakışları oraya dönmüştü.

the language of flowers ♥︎ minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin