"İyi, bana bak inşallah o bıçağın üstünden parmak izin çıkmaz!"

"Burda öyle şeyler olmaz amirim!"

"Olmuş lan işte! Ne demek olmaz! Sen adam öldüreceksen başka yerde mi iş görüyorsun?"

"Amirim ayıp oluyor ama!"

"Sana mı soracağım lan, ayıbı? Doğru dürüst söyle sen mi yaptın?"

"Ben yapsam polise mi haber veririm? Biz insaniyet namına!"

"Hadi lan, sıçtırtma insaniyetine!"

"Amirim ben bir şey yapmadım, odayı açıp adamı öyle buldum."

" Anlaşılır, yaptın mı yapmadın mı? Neyse söyle bakalım giren çıkan oldu mu bu adamın yanına?"

"Görmedim ben kimseyi?"

"Kamera diyeceğim ama kamera da yoktur ki!"

"Yok, amirim!"

"Hiç mi kimse gelmedi? Adam dün boşaltacakmış odayı, ondan önceki akşam, dün, bu sabah... Kimse girmedi mi içeri tanımadığın bilmediğin?"

Abbas'ın gözlerini kaçırarak konuşması Harun'u işkillendirince Abbas'a daha fazla baskı yapmaya başladı. Sonunda adam ağzındaki baklayı çıkardı. Bir önceki gece adamın odaya bir hayat kadınıyla geldiğini ama kadının dün sabah gittiğini söyledi. Harun

"İyi, tekrar konuşacağız, kaybolma ortalıktan Abbas! Şimdi bizi odaya çıkar!"

                                                           X         X         X        

Zeynep, Harun'un peşine takılıp odaya nasıl geldiğini bile hatırlamıyordu. Bu otel, bu oda... Böyle bir oda, belki de bu oda... Delirmek üzereydi. Beyninin zonkladığını, kulaklarının uğuldadığını hissediyordu. Gerçeklik algısı tamamen kapanmış, etrafta olup biten hiçbir şeyi görmüyor, duymuyordu.

Çevresinde dolaşan olay yeri görevlileri, Harun'un sesi... Hiçbiri, hiçbir şey ifade etmiyordu. Genzine dolan o iğrenç kan kokusu... Döşemedeki kirli halı... Halının üstünde giderek koyulaşan ve yayılan berbat leke...

Burnunun direği sızlamaya başlamıştı ama gözlerinde yaş yoktu. Dışarı çıkmak istiyor, beyni ayaklarına komut vermiyordu. Duvara dayanıp sinip kaldı. Gözlerinin önünde kısa kısa çakan flasbackler... Ağlayan küçük kız çocuğu... Yerde yatan adam... Adamın göğsünde bıçak...

Canı yanıyordu. Canı korkunç yanıyordu. Bütün vücudu yara bere... Yediği tokadın şiddetiyle patlayan alt dudağı ve oradan sızan kan... Diliyle o kanı yalayınca ağzına dolan tuz ve bakır gibi rezil tat... Bacaklarının arası sızlıyordu. Bıçak yarası gibi bir yara... Canı yanıyordu. Canı çok yanıyordu...

"Zeynep! Zeynep! Zeynep, ne oldu? İyi misin? Zeynep!"

Kulaklarına vızıltı gibi gelen rahatsız edici sesin Harun'un ona seslenmesi olduğunu zar zor algıladı. Konuşamıyordu. Başıyla "evet" işareti yaptı yalnızca.

"Rengin soldu. Ne oluyor? Kan mı tuttu? Dışarı çık istersen?"

Yine başıyla bu kez bir "hayır!" işareti... Dışarı çıkmak istese de bacakları taşımayacaktı ki onu. Konuşamayacak, yürüyemeyecekti. Kimseye dert anlatacak gücü yoktu ki! Kerem'i istiyordu. Sadece Kerem'i... Onun kollarında olmak, ona sığınmak istiyordu yalnızca. Kocası, saçlarını okşasın, kulağını dayayıp onun yüreğinin sesini duysun. Yaşadığını hissetsin istiyordu. "Nerdesin Kerem? Nerdesin? Sana ihtiyacım var nerdesin? Keremmmmmmm!"

ARAFTA İKİ KİŞİWhere stories live. Discover now