BEYAZ -23

451 51 23
                                    

Silah sesi yakın çevrede duyulduğunda herkes korkuyla etrafına bakındı. Maçı dikkatsiz bir şekilde seyreden Tarık yerinden fırlayıp, dışarıda kalan kızları aradı gözüyle. Günseli'yi gördü, endişeli bir şekilde içeriye doğru geliyordu. Ama Sahra yoktu etrafta. Kapıya doğru koştu Mete'nin kalkmasını beklemeden. Korkudan yüzü bembeyaz olmuş Günseli de içeriye girmişti o sıra. "Sahra sizinle mi?" dedi çevreye bakınırken.

"Hayır, oturuyordunuz beraber!"

"Telaşlanmayın hemen, delinin biri öylesine sıkmıştır. Sahra da her neredeyse gelir." Mete endişeli ikiliyi sakinleştirmek istese de gerginliğini gizleyemedi. Elini cebine atıp telefonunu çıkartan Tarık'ın arama yapmasını bekledi sıkıntılı bir nefes verip. Genç adam arama yaptığında, dışarıdaki masadan ses geldi. "Ah Sahra, ne diye telefonu yanına almazsın ki?"

"Ben telefonla konuşuyordum, şu tarafa doğru yürüdü." Günseli'nin gözleri dolunca, Mete elini kızın omzuna attı.

"Ben gidiyorum. Dediğin gibi öylesine silah sıkan delinin biri yakınımızdaysa içim rahat etmez." Tarık kendini dışarıya attı ve Günseli'nin gösterdiği yöne doğru koştu. Etrafta Sahra'ya dair bir hareketlilik görmek için ara sıra durarak ilerledi. "Sahra!" diye bağırdı. "Neredesin?" Etraftaki bir delinin onu bulmasından korkmuyordu. Patronuna zarar gelmesi ihtimali hızlandırıyordu kanının akışını. Hiç düşünmeden ağaçların arasına daldığında nefes nefeseydi. Arkasından koşturan Mete de onun yaptıklarını yapmıştı fakat Sahra'dan ses yoktu.

Bedenini saran acı, nefes alış verişlerini zorlaştırırken acıyla inledi bir kez daha. Eli kana bulanmış karnının üzerindeydi hâlâ. Dakikalar ilerledikçe görüşünün bulanıklaşması, hissettiği son şeyin korku olacağını getiriyordu aklına; karnındaki kurşundan, yaralanmaktan, ölmekten, yalnızlıktan ve kaybolmaktan.

"Neredesiniz?" dedi fısıltıyla. Yerinden kıpırdamak canını yakıyordu. Başını sabit tutmak en zoruydu onun için. Ara sıra gelen bilinç kaybıyla yan tarafa devriliyordu ve hissettiği keskin acıyla uyanana kadar, yüzünü avuçlayan çimlere temas ediyordu. Her uyku, bir daha uyanmamak üzere uyunmuş olabilirdi. Kuruyan dudaklarını ıslatan gözyaşları, bir kez de bunun için aktı.

"Sahra!" Adını duyduğunda, bulanıklaşan görüşünü düzeltmek için gözlerini kırpıştırdı. "Sahra, buradaysan ses ver!" Tarık'tı bu; son dönemde başını nereye çevirse gördüğü adam, annesinin tabiriyle, her şeyi. Yine koşa koşa düştüğü yerden kaldırmaya geliyordu. Kalkmak değil de, karanlık göğün altında yalnız ölmeme fikri nefesi kesilmeden önce gülümsetti kızı.

"Tarık." Hayal gibi çıktı sesi. Duymazdı ki avukatı. "Burada..." Canı çok yanıyordu, iradesi dışında titremeye başlamıştı bedeni. Üşüyordu, ölümün soğukluğu diye buna mı diyorlardı? Babası da üşümüş müydü bu kadar? Ölüm çok acıtıyordu. Son gücünü de ağlamak için harcadı. Yakınında olan birine bile ulaşmıyordu sesi. Nasipte bir yalnızlık vardı demek ki.

"Sahra!" Tarık vazgeçip geri dönmek üzereyken, yönünü değiştirmesiyle yerde yatan hareketsiz bedeni gördü. Onu korkmuş ya da kaybolmuş bir halde bulmayı beklerken, yarasına sarılmış ağlar halde görmek değildi niyeti. Gözlerine hücum eden yaşları umursamadı. Bir ok gibi fırladı yerinden. Kızın yanına geldi, dizlerinin üstüne çöktü. Açmaya zorladığı gözlerine son kez baktı. "Buldum seni" dedi incitmeye korkar gibi. Karnından akan oluk oluk kanı düşünmek istemiyordu.

Sahra güzel olmuştu bu gün. Gülümsemişti, rüzgâr saçlarının arasından geçip çiçek gibi bir koku yaymıştı etrafa. Beyaz elbisesinin mavi desenleri, sahil kenarında yürüyüş yapmanın huzurunu veriyordu insana. O böyle dinginken kim yaralamıştı onu? Dalgaların dinginliğine bakarken, kim susuz bırakmıştı kuruyan dudaklarını?

SAHRA ÇİÇEĞİDonde viven las historias. Descúbrelo ahora