MUTLULUK -12

645 70 23
                                    

Merhabalar, bu gün pazartesi. Nerede kestiğimi bilmediğim elimin sızısıyla bölüm yayınlıyorum. Sahra'mızın mutluluğa şahit olduğu bir bölümle geldim. İyi okumalar dilerim.

Adresler bulmak, elinde olan imkânları kullanmak, bir çocuğu mutlu etmek kolaydı o akşam. Bir babanın yüzünü güldürebilmek, mahcubiyetle eğdiği başını kaldırmak, düştüğü yerden doğrulsun diye ona el uzatmak yapılması gerekendi. Ve Sahra karşısındaki adamın kendisine yaşattığı korkuyu görmezden gelip ona yardım ettiğinde, adamın gözlerinde minnetten başka bir şey yoktu. Sude istediğinden daha güzel bir pastayı yedikten sonra bir arada görmediği kadar oyuncak ve elbisesi olduğunda mutluydu.

Evin büyük oğlu da babasına yapılanların öfkesi ve önyargısıyla yaklaşsa da Sahra'ya, mevzunun peşini bırakmayacağını söyleyen genç kız ve avukatı sayesinde sakinleşti o akşam. Küçük ve huzurlu evde oturan bu aileye, şirket tarafından nasıl bir zarar verilmişse karşılanacaktı. Ve masum insanları kontrolden çıkma noktasına getiren her neyse, sebebi bulunacaktı.

Son olarak küçük Sude'ye sarılıp evden çıktılar. Arkalarında gerçekten mutlu çocuklar bıraktılar. Sahra orada kalıp sabaha kadar izleyebilmek isterdi onları. Gerçektiler, neşeliydiler. Bu iki kelime yan yana geldiğinde yaşayabiliyordu insanlar. Gençler birbirlerinden ayrı yürürken arabaya doğru, yaz akşamlarında sokağa dökülen çocukların sesleri doluyordu kulaklarına. Havası inmiş bir topları vardı. Hiç yorulmayacak gibi neşeyle koşturuyorlardı.

Kaldırıma çıktı Sahra, bir film izler gibi ilgiyle çevirdi başını çocuklara. Oynayacaklar, doyamayacaklar ama yorgunlukla eve döneceklerdi yarın için sözleşerek. Bu hallerine gülümsedi. Binaların arasına hapsolmuş bir sokakta da olsalar vazgeçmiyorlardı koşmaktan. Şimdilerde yürüyüş bile yapmadığı bahçelerinde oynadığı oyunlar, yaptığı haylazlıklar geldi aklına, daha da büyüdü gülümsemesi.

"Gelmeyecek misiniz?" Tarık arabanın yanından seslendiğinde soğuk bir sesle, bir daha ne zaman göreceğini bilmediği manzaradan başını çevirdi. Adam içerdekinin aksine çatık kaşlarıyla, kendisine bakmadan bekliyordu. Sabah kavga eden, öğlen gülen, sonra haddini aşan, en nihayetinde de mesafeli bir avukata dönüşen genç adama doğru ilerleyip arabaya bindi. Karmakarışık bir adamdı.

Sahra da farksızdı ondan. Ölümle burun buruna geldiği gün, mutluluklara şahit olmuştu. Başına namluyu doğrultan adam sayesinde, biraz gerçeklik görebilmişti. Ve belki de ölmek ihtimaliyle, bir anlığına her şeyden kurtulmanın rahatlığını hissetmişti. Ölmek istediğini bir tek Tarık görmüştü. Ölmek istedi diye onu bencillikle suçlayan adam. Ona kalsa hukuki yollara başvururdu. Yaşadıkları korkunun intikamını alırdı. Ama Sahra çok ısrar etmişti.

"Biliyor musun?" Araba hareket ettiğinde, veda edecekleri sokağa son kez bakarak konuştu yumuşak bir tonla. "Ben hiçbir çocuğun mutlu olduğuna inanmazdım." Ani gelen bu itiraf karşısında hayretle baktı Tarık. Konuşsa mı sussa mı bilemedi. Sert geçen bir günün ardından sakinlik garip hissettirdi. Ama konu Sahra'yken gariplikler normaldi. "Pencereden bakardım, hayalim mutlu olmak istediğim bir yere gitmek olurdu. Sonra bir çocuk görürdüm annesinden azar işiten. Sokakta kalan çocuklar geçerdi yurdun önünden. Sıcaktayken ben mutlu değildim, soğuktayken onlar. Beni sevdiğini söyleyenlerden nefret ederdim, kapının önünden kovulduklarında da onlar nefret ederlerdi diğerlerinden. Sanki kimse olması gerektiği yerde değil gibiydi."

"Sonra?"

"Zaman geçti ve bazı şeylerin olması gerektiği gibi ve hep böyle olduğunu gördüm. Mantık terazisine koydum bir şeyleri." Güldü bir kez. Başka hayatlara imrendiği günleri anımsadı. "Dünya işte dedim. Böyle oluyormuş demek ki." Sırayla dizilmiş ışıklar aydınlattı yüzünü. Dişlerini göstererek gülmüyordu, simasına düşünceli bir ifade katan bakışları, saatlerin geçmesinin verdiği etkiyle yüzüne dağılan saçları dünyaya uzak bir münzeviyle konuşuyormuş hissi uyandırıyordu insanda. Dinledi Tarık, dinlendi.

SAHRA ÇİÇEĞİWhere stories live. Discover now